Ana içeriğe atla

Konfor alanı ve başarı hakkında;

    


 Bu yazıda iki konudan bahsedeceğim; birincisi konfor alanı hakkında, ikincisi de asıl başarının 4'de uyanmak olmadığı hakkında olacak. 

    İnternette, arkadaşlarımızla sohbetlerimizde, okuduğumuz bir kişisel gelişim kitabında hep duyduğumuz şu konfor alanı hakkında konuşmak istememim nedeni artık yanlış anlaşılıyor oluşu. Evet artık konfor alanı işini yanlış anlıyoruz. Konfor alanından çıkmak demek aslında yapmaktan rahatsızlık duyduğun, sevmediğin ama yapmak zorunda olduğun şeyleri yapmak demektir. Sadece sevdiğimiz şeyleri yaparak bir ömür geçiremeyiz, bu mümkün değil. En basitinden spor yapmayı herkes sevmez, hoşlanmaz ama bir derecede hepimiz yapmak zorundayızdır. kas ağrılarına, incinmelere rağmen yapmak zorundayızdır. bu konfor alanımızdan çıkmak demektir çünkü sevmesek de yapmak zorundayız. 

    İnternette şu sıralarda konfor alanının sadece telefona daha az bakmak ya da yataktan kalkıp birkaç saat ders çalışmak olarak anlaşıldığını görüyorum, evet bir ölçüde doğru olabilir ama daha büyük ve ciddi şeylerdir asıl konfor alanından çıkma işi. Bir gün yarım saat spor yapıp bırakmak değil, 2 saat ingilizce çalışıp bırakmak değil, okul ödevini yapıp masadan kalkmak değil. 


    Konfor alanı ile ilgili asıl konuşmak istediğim nokta ise bazı insanların konfor alanını bile zor yarattığı, hatta o konfor alanını, rahat alanı oluşturmak için ömür boyu çalıştıkları. Kendi odasının olması, çalışma masasının olması, evden dışarıya rahat çıkabiliyor olması, üstüne yeni bir kıyafet alabilmesi bile birileri için bir başarı. Bunu küçümsemek için söylemiyorum, yanlış anlaşılmasın. Anlatmak istediğim şey, bazılarımız konfor alanını yaratmak için uğraşıyor ama biz o konfor alanının içinde doğuyoruz. Çoğumuz ailesinden ayrı bir odası, çalışma odası, bilgisayarı ya da tableti, farklı farklı kıyafetleri olarak büyüdük. Bu yüzden o insanlara "konfor alanından çık" "çok çalış" "spora git" "sabah 4'de kalkıp hayalindeki kişi ol" demek bana hiç gerçekçi gelmiyor. 


    Az önce söz ettiğim yere gelecek olursak, BAŞARMAK İÇİN SABAH 4'DE KALKMAK ZORUNDA DEĞİLİZ! Güne erken başlamak, işlerimizi erkenden halletmek evet çok güzel ve huzur verici fakat başarı sadece sabahın köründe kalkmak değil. o saatte uyanmadan da verimli bir gün geçirebiliriz. Üstte okuduğunuza benzer bir konu olacak lakin bazılarımız çok zor şartlarda başarıyor, hayallerine ulaşıyor. 

    Köy okulunda 8 yıl okuyan, kurslar olduğunda traktörle köye dönen, bazı dönemler maddi sıkıntılar yaşamış bir ailenin çocuğu olan ben, okuldan sonra ineklerin beslenmesiyle ve süt sağım merkezinden inekleri eve getirmekle sorumluydum, elinde yaklaşık 5 kilogram sütle bir kilometre yürüyen küçük bir kız çocuğuydum (o 5 kilogram süt gitgide ağırlaşıyor gibi geliyordu ve ellerim kıpkırmızı oluyordu). Ailesine yardım etmeye çalışan, yazları hem inekleri otlatmayla hem de saman balyalarını traktörle eve getirilmesinde görev alan bir kız çocuğu, tüm olumsuz şartlara ve sıkıntılara rağmen yüksek notlar aldı, ilkokul ve ortaokulunda sınıfında en iyi öğrenciler arasına girdi, iyi bir liseye girdi ve ingilizcesini anadil seviyesine getirdi. 

    Bu yıl ekonomik sıkıntılardan ve ailemin boşanmasından kaynaklı olarak part time bir işe girmek zorunda kaldım haftanın üç günü her gün 12 saate yakın çalışıyorum, aynı zamanda notlarımı da yüksek tutuyorum, ve spora gidiyorum. Yorucu mu, evet fazlasıyla yorucu ancak ben bunları yapmak zorundayım. Başarmak için bunları yapmak ve katlanmak zorundayım. 


    Bazılarımız yaşıtlarımız gibi olamaz, akşama kadar tiktokta gezip yatamaz(her gün kızılcık şerbeti izleyemez mesela), her gün dışardan yemek yiyip kahve içemez fakat bizim geleceğimizin onlardan daha iyi olacağını şimdiden görebiliyorum. 

    Sabah 4'de uyanmıyoruz lakin elimizden geleni yaptık ve yapmaya devam ediyoruz. İnternetin bize dayattığı kalıplara aldırış etmeden doğru olduğunu düşündüğümüz yolda devam edelim, bir gün hayalini kurduğumuz yaşama ulaşacağımıza inanıyorum.

    Okuduğunuz için teşekkür ederim. Uzun zamandır blog yazısı yazmadığım için biraz paslanmış olabilirim, mazur görünüz efenim. İyi günler dilerim💖👊

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

3 farklı beslenme çeşidi! Raw, Paleolitik, Friganizm YOK ARTIK DİYECEKSİNİZ!

1.Raw beslenme     Raw yani "çiğ" beslenme, vegan beslenmenin bütün kurallarına artı olarak, bitkilerin 40 derecenin üstünde pişirilmemesi ilkesine dayanıyor. Raw food, doğanın bizlere sunduğu besinleri, sebze ve meyveleri, en saf haliyle tüketmeye dayalı bir beslenme biçimi. Besinler hiç işlem ve ısı görmeden, ham halleriyle tüketiliyor. Böylelikle içindeki her şey canlı olarak vücudumuza giriyor. Çiğ kuru yemişler, tohumlar, filizlendirilmiş baklagiller, kurutulmuş meyveler ve tüm taze meyve ve sebzeler yenilebiliyor. Sebzeler çiğ tüketildiğinde, içlerinde bulunan vitamin ve enzimler yok olmaz; vücudun pH seviyesi alkali (bazik) hâle gelir.     Çiğ beslenmenin temellerini incelemek için geçmişe bir göz atmak gerekiyor. Bu yüzden milattan öncesine ışınlanıyoruz. İlk insanların doğada buldukları her şeyi pişirmeden tükettiklerine rastlıyoruz. Ateş bulunduktan sonra beslenme düzenleri de değişmeye başlıyor haliyle. Raw food ise yüzyıllar öncesinin geleneğini yaşatıyor, atala

Kendin olma özgürlüğü. Biz bu muyuz?

Biz bu hayata başkalarını memnun etmek için mi geldik? Aman annem üzülmesin, aman babam kırılmasın, aman sevgilim darılmasın... Biz bu muyuz yani? Bir kere geldiğimiz şu hayatta başkalarının istediği gibi, onların memnuniyetine göre yaşamak için mi geldik? Hayallerimizi bile kısıtlayarak ve belli çizgiler dahilinde kuruyor olduk farkında mısınız? Bir evim olsun, arabam olsun bir de eşim olsun yeter diye düşünebiliyoruz artık. bunlar da güzel şeyler elbette ama neden artık kuzey ışıklarını görmeyi, Times meydanındaki kocaman ekranları arkamıza alarak fotoğraf çekilmeyi, Japonya’daki yöresel yemekleri yemeyi,  ülkemizi gezmeyi düşünmüyoruz? Sığ düşünür olduk. Çevremizdeki insanların düşünce tarzlarına maruz kalarak, kendimizi onlar gibi yetiştirerek sığ düşünür olduk.  Kayboluyoruz. İçimizdeki hevesi kaybettiğimiz için kendimiz de kayboluyoruz. Sıradan hale geliyoruz. 20 yıl önce genç olan anne babamız, 50 yıl önce genç olan nene dedemiz gibi biz de şimdi 18 20 yaşında gençler olarak kay