Ana içeriğe atla

Peskateryen Beslenme. Nedir ve ne değildir?



PESKETARYEN BESLENMENİN KÖKENİ?

Pesketaryen beslenme, özü itibarıyla vejetaryen beslenme şekline deniz mahsullerinin de dahil edildiği bir beslenme şeklidir. Yani pesketaryenler kırmızı et ve kümes hayvanlarını tüketmezler. Merriam-Webster sözlüğü pescetarian sözcüğünün kökenini 1993 yılına kadar götürmektedir ve tanımını "beslenmesinde balık dışında başka ete yer vermeyen kişi" şeklinde yapmaktadır.

Pesketaryen diyetinde sebze, meyve, deniz ürünleri, süt, yumurta, kuruyemiş ve kurubaklagiller yer alıyor. İdeal bir pesketaryen menü, yeşilliklerin ve sebzelerin yüzde 50, deniz mahsullerini veya bitki proteinlerinin yüzde 25, tam tahılların veya diğer karbonhidratların ise yüzde 25 oranında beslenme listesine dahil edilmesinden meydana geliyor.

Akdeniz diyeti ve Japon diyetine benzetilen pesketaryen diyeti, ana gıdasının balık olması ile ortak paydada buluşturuyor.

PEKİ İNSANLAR NEDEN PESKETARYEN BESLENMEYİ TERCİH EDİYOR?


Her pesketaryenin benimsediği farklı değerler var. Bunlardan başlıcaları:

1.Sağlığa yararlı olduğunu düşündükleri için: İlk olarak, pesketaryen beslenme düzenine geçildiğinde kilo verme artar ve kilo alma da minimum düzeye iner. Sebzelerin genel olarak düşük kalorili olması ve balığın da sağlıklı yağlar içermesi dolayısıyla sağlıklı kilo verme süreci başlar. Ayrıca kalp hastalığı ve diyabet gibi kronik hastalıklar dahil olmak üzere birçok hastalığın tedavi sürecinde bunun gibi sebze tüketimi bazlı diyetlerin kanıtlanmış birçok faydası vardır. Bunun için yapılan bir çalışmada, pesketaryen kadınların, et yiyen kadınlardan her yıl 2,5 kilo daha az kilo aldıkları gözlemlenmiştir. Bir başka çalışma, Pesketaryenlerin, normal besin düzenine sahip insanlara kıyasla, diyabet ilerleme riskinin % 4.8 gibi daha düşük bir orana sahip oldukları kanıtlanmıştır. Ek olarak, kalp hastalıklarından ölme riskinin de normal besin düzenine sahip insanlardan %22 oranında daha düşük olduğu görülmüştür. Özellikle hamilelerin yeterli miktarda Omega 3 alması, bebeğin zekâ gelişimi ve görme kabiliyetine olumlu yönde katkı sağlıyor. Cilt altı bağ dokusunun korunmasına da yardımcı olan Omega 3, bu özelliği sayesinde yaşlanmanın ve kırışıklığın da önüne geçiyor. Omega 3 ayrıca depresyon, anksiyete gibi psikolojik problemlerin giderilmesinde son derece büyük bir rol oynuyor. Omega 3, eklem ağrısı ve iltihap konusunda da faydalı. Bolca deniz mahsulleri tüketilmesine bağlı olarak vücuttaki oluşabilecek iltihaplanmanın da önüne geçilmiş olunuyor.

2.Çevresel etki kaygıları: Pesketaryenler bir anlamda hayvan yetiştiriciliğini protesto etmek için bu beslenme düzenini seçerler. Birleşmiş Milletler’e göre, canlı hayvan yetiştiriciliği, insan kaynaklı karbon emisyonlarının % 15’ine yol açmaktadır. Buna karşılık, balık ve deniz ürünleri üretimleri, herhangi bir hayvan eti veya diğer hayvansal gıda üretimlerinden daha düşük bir karbon ayak izine sahiptir. 2014 yılında yapılan bir çalışmada, et olarak sadece balık tüketen pesketaryenlerin, günde en az bir porsiyon et yiyen diğer normal besin düzenine sahip insanlardan % 46 oranında daha az sera gazı emisyonuna neden olduğu hesaplanmıştır.

3.Etik nedenler: Etik, insanların vejetaryen olmayı seçmelerinin ana nedenlerinden biridir. Bu durum elbette Pesketaryenler için de geçerlidir. Bunlardan ilki hayvan katliamlarına karşı bir duruş şekli olarak belirlenebilir. Hayvanların sadece insan zevki için yani “yemek” için öldürülmelerine karşıdırlar. İnsanlar, hayvansal gıda dışında sebzeleri yiyerek de hayatta kalabildiklerine göre sırf böyle bir sebep için bir canlının yaşamına son vermeyi uygun bulmamaktadırlar. Bir diğer sebepse, insanlık dışı fabrika uygulamaları. Hayvanların küçücük bir kafes içinde fabrika çiftliklerinde yetiştirilmesini insanlık dışı olarak buldukları için bu eylemin bir parçası olmak, onları desteklemek istemiyorlar. İnsani olarak düşünüldüğünde de dünyada açlık çeken insanlara rağmen hayvansal yem için üretilen tahılların, toprak ve diğer kaynaklar açısından haksız yere kullanıldıklarını savunuyorlar. Balık üretimi kısmına gelirsek, elbette aşırı avlanmaya da karşı duruş gösteriyorlar.

Pesketaryen Beslenme Diyetinde Hangi Besinler Yenmektedir?

Pesketaryen beslenme sırasında tüketilen ögeler arasında büyük miktarda payı balıklar ve diğer deniz ürünleri almaktadır. Cıva, çinko ve omega 3 bakımından zengin olan bu diyet, içerisinde protein de bulundurmaktadır. Bu nedenle bu beslenmenin sağlık açısından pek çok faydası vardır. Aşağıda kategoriler halinde bu diyeti uygular iken tüketebileceğiniz besinlere yer verilmiştir.

  • Tam tahıllar (buğday, arpa, yulaf)
  • Bazı baklagiller (Kırmızı mercimek, yeşil mercimek, soya fasulyesi, humus)
  • Fındık ve fındıktan elde edilen ezme ya da diğer besinler
  • Yer fıstığı ve fıstık ezmesi
  • Yumurta
  • Ağırlıklı olarak balık ve kabuklu tüketilen deniz ürünleri
  • Her tür meyve ve sebze
  • Hayvanlardan elde edilen yoğurt, peynir ve süt gibi besinler
  • Keten tohumu gibi bazı tohumlar

Bu Beslenme Sırasında Hangi Besinleri Yememelisiniz?


Bu beslenmede yenmeyecek ögeler içerisinde genel olarak inek gibi büyükbaş hayvanların, koyun ve oğlak gibi küçükbaş hayvanların etleri yer almaktadır. Aşağıda bu beslenme sırasında yenmemesi gereken besin listesine yer verilmiştir:
  • Sığır eti
  • Tavuk eti
  • İnek eti
  • Hindi eti
  • Koyun eti

Yani kısaca peskateryen beslenme, et olarak sadece balık yenmesidir. Süt ürünü, yumurta ve diğer hayvansal ürünleri yemek serbesttir.

Siz bu beslenme şeklini dener miydiniz ya da deneyen birini tanıyor musunuz? Yorum olarak yazabilirsiniz. Sağlıkla kalın.😊

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

3 farklı beslenme çeşidi! Raw, Paleolitik, Friganizm YOK ARTIK DİYECEKSİNİZ!

1.Raw beslenme     Raw yani "çiğ" beslenme, vegan beslenmenin bütün kurallarına artı olarak, bitkilerin 40 derecenin üstünde pişirilmemesi ilkesine dayanıyor. Raw food, doğanın bizlere sunduğu besinleri, sebze ve meyveleri, en saf haliyle tüketmeye dayalı bir beslenme biçimi. Besinler hiç işlem ve ısı görmeden, ham halleriyle tüketiliyor. Böylelikle içindeki her şey canlı olarak vücudumuza giriyor. Çiğ kuru yemişler, tohumlar, filizlendirilmiş baklagiller, kurutulmuş meyveler ve tüm taze meyve ve sebzeler yenilebiliyor. Sebzeler çiğ tüketildiğinde, içlerinde bulunan vitamin ve enzimler yok olmaz; vücudun pH seviyesi alkali (bazik) hâle gelir.     Çiğ beslenmenin temellerini incelemek için geçmişe bir göz atmak gerekiyor. Bu yüzden milattan öncesine ışınlanıyoruz. İlk insanların doğada buldukları her şeyi pişirmeden tükettiklerine rastlıyoruz. Ateş bulunduktan sonra beslenme düzenleri de değişmeye başlıyor haliyle. Raw food ise yüzyıllar öncesinin geleneğini yaşatıyor, atala

Kendin olma özgürlüğü. Biz bu muyuz?

Biz bu hayata başkalarını memnun etmek için mi geldik? Aman annem üzülmesin, aman babam kırılmasın, aman sevgilim darılmasın... Biz bu muyuz yani? Bir kere geldiğimiz şu hayatta başkalarının istediği gibi, onların memnuniyetine göre yaşamak için mi geldik? Hayallerimizi bile kısıtlayarak ve belli çizgiler dahilinde kuruyor olduk farkında mısınız? Bir evim olsun, arabam olsun bir de eşim olsun yeter diye düşünebiliyoruz artık. bunlar da güzel şeyler elbette ama neden artık kuzey ışıklarını görmeyi, Times meydanındaki kocaman ekranları arkamıza alarak fotoğraf çekilmeyi, Japonya’daki yöresel yemekleri yemeyi,  ülkemizi gezmeyi düşünmüyoruz? Sığ düşünür olduk. Çevremizdeki insanların düşünce tarzlarına maruz kalarak, kendimizi onlar gibi yetiştirerek sığ düşünür olduk.  Kayboluyoruz. İçimizdeki hevesi kaybettiğimiz için kendimiz de kayboluyoruz. Sıradan hale geliyoruz. 20 yıl önce genç olan anne babamız, 50 yıl önce genç olan nene dedemiz gibi biz de şimdi 18 20 yaşında gençler olarak kay

Konfor alanı ve başarı hakkında;

        Bu yazıda iki konudan bahsedeceğim; birincisi konfor alanı hakkında, ikincisi de asıl başarının 4'de uyanmak olmadığı hakkında olacak.       İnternette, arkadaşlarımızla sohbetlerimizde, okuduğumuz bir kişisel gelişim kitabında hep duyduğumuz şu konfor alanı hakkında konuşmak istememim nedeni artık yanlış anlaşılıyor oluşu. Evet artık konfor alanı işini yanlış anlıyoruz. Konfor alanından çıkmak demek aslında yapmaktan rahatsızlık duyduğun, sevmediğin ama yapmak zorunda olduğun şeyleri yapmak demektir. Sadece sevdiğimiz şeyleri yaparak bir ömür geçiremeyiz, bu mümkün değil. En basitinden spor yapmayı herkes sevmez, hoşlanmaz ama bir derecede hepimiz yapmak zorundayızdır. kas ağrılarına, incinmelere rağmen yapmak zorundayızdır. bu konfor alanımızdan çıkmak demektir çünkü sevmesek de yapmak zorundayız.       İnternette şu sıralarda konfor alanının sadece telefona daha az bakmak ya da yataktan kalkıp birkaç saat ders çalışmak olarak anlaşıldığını görüyorum, evet bir ölçüde doğr