Ana içeriğe atla

Feminizm nedir? Nerede ve nasıl ortaya çıkmıştır? Erkek düşmanlığı mı?

 

Feminizm nedir?

Feminizm, kadınların haklarını tanıyarak bu hakların korunması amacıyla eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına yönelik çeşitli ideolojiler, toplumsal hareketler ve kitle örgütlerinden oluşan hareket. Sözcüğün köken olarak Latince "femina" ve onun Fransızca türevi olan "féminisme" sözcüğünden geldiği ve Türkçe eş anlamlısının "hatunculuk" olduğu belirtilmektedir. Kadın hareketi doğrudan kadınları ilgilendiren ve dolaylı olarak kültürü ilgilendiren konularda bilinç uyandırır. Feminizmin temel amaçları; eğitim, iş, çocuk bakımı gibi konularda eşit haklara sahip olmaktan, yasal kürtaj hakkından, kadın sağlığı konusunda ilerlemelere, tacizin ve tecavüzün engellenmesinden lezbiyen haklarına kadar uzanır.


Feminizm ve daha fazla konuyla ilgili bilgi edinmek için Instagram sayfamızı ziyaret edebilirsiniz. Buraya tıklayarak Instagram adresimize erişebilirsiniz!

Feminizm amacı nedir?

Feminizm, bir teori olduğu gibi aynı zamanda da "hak eşitliği, insanlık şerefi ve kadınlara karar verme özgürlüğü" amaçlarıyla, politik bir harekettir. Feminizm, kadınlara cinsiyet hiyerarşisi baskısının sona ermesi ve toplumsal cinsiyet tutumlarının aynı değerde olması için toplumun değişimini amaçlar.


Haziran 1993 Viyana Dünya İnsan Hakları Konferansı, uluslararası kadın hareketi için oldukça önemli olmakla beraber kadınlar için insan hakları kavramı ilk olarak burada Birleşmiş Milletler sürecine dahil edilmiştir. Harekete geçen dünya kadınları, dünyanın her yerinden kadın kuruluşlarının ve bağımsız kadınların katıldığı büyük bir Kadının İnsan Hakları kampanyası düzenleyip sonucunda “kadınların ve kız çocuklarının insan haklarının, evrensel insan haklarıyla ayrılmaz, bölünmez ve vazgeçilmez” olduğu tezini ilan etmiştir. Bu haliyle de resmi konferanslarda gündem oluşturucu bir konuma erişmişlerdir.


Uluslararası kadın hareketi, insan hakları kapsamında kadın hakları bakımından köklü değişikliklere sebep oldu. Aile içi şiddet, toplu tecavüzler, kadının beden bütünlüğüne yönelik hak ihlalleri, cinsel hakların, doğurganlık haklarının ihlali böylelikle BM kararlarında ve uluslararası sözleşmelerde insan hakları olarak yer almaya başladı. Ancak, tutucu kesimler bu ihlalleri, insan hakları kapsamı dışında bırakmak için yoğun çabalar harcadılar.


Bu kavram altında birçok hareket ve birbirine kısmen bağlı, ama aynı zamanda da farklı iz bırakan darbe geliştirmiştir. Bunların dikkat çeken önemli bir kısmını kadınların erkeklere karşı mağduriyeti, ihmal edilmiş kadınsı düşünceler, değerler ve projeler oluşturur. Feminist Bilimsel Eleştiri ve feminist araştırmalar, birçok alanda günümüze kadarki karartılmış kadın tarihini ve kadınların yeteneklerini günışığına çıkarmayı ve bu konularda çalışma yapmayı kendilerine amaç edinmişlerdir.


"Feminizm kadınları güçlendirmekle ilgili değil. Kadınlar zaten güçlü, dünyanın bu gücü algılama biçimini değiştirmekle ilgili."
- G.D. Anderson

 Nasıl ve nerede ortaya çıktı?

Feminizm kavramı ilk olarak sosyal filozof Charles Fourier (1772-1837) tarafından ortaya atılmıştır. Fourier sosyal gelişmenin kadınlara verilecek daha fazla özgürlükle mümkün olduğunu savunmaktaydı. Bugün “Yeni Kadın Hareketleri” olarak da adlandırılmaktadır ve temelde kısmen birbiriyle iç içe kısmen de ayrı teorik yapılardan oluşmaktadır.

 Harekete féminisme adını veren kişi ütopyacı sosyalist Charles Fourier'dir (1837). Fourier, 1808 gibi erken bir tarihte kadın haklarının genişletilmesini tüm tüm toplumsal ilerlemenin genel prensibi olduğunu öne sürmüştür. İlk kadın hakları toplantısı New York, Seneca Falls'da 1848 yılında yapılmıştır. 1869 yılında John Stuart Mill The Subjection of Women (Kadınların Köleleştirilmesi) kitabını yayınlamıştır. Adı geçen kitabında Mill, "bir cinsin diğer bir cinse hakimiyeti yanlış... ve... insanoğlunun gelişmesinin önündeki en büyük engellerden biridir." demiştir.

Pek çok ülke 20. yüzyılın ilk yıllarında özellikle de I. Dünya Savaşı'nın son yıllarında kadınlara oy hakkını tanımıştır.

Çeşitli formlara bürünen feminizm

Feminist teori içindeki cinsiyet, cinsiyet farklılıkları, cinsellik gibi terimler ve kadın gibi holistik terimler tartışma konusu olmuş hatta bazı feministler feminizmin herkesin kendisini %100 feminist olarak tanımladığı bir ideoloji olmadığını ileri sürmüşlerdir. Bu sebeple feminizmin alt türleri oluşmuştur. İlk dönem feministleri genellikle ilk-dalga feministleri 1960 sonrasındaki feministler ikinci-dalga feministleri olarak isimlendirilmiştir. Bazıları yeni kuşak feministleri üçüncü-dalga feminizmi içinde görmektedir.

Farklı tür feminizmlerden bazıları:

  • Eşitlikçi formlar:

    • Eşitlikçi feminizm - Önde gelen feminist liderleri de içeren çoğunluk bunun feminizmin gerçek bir formu olmadığını öne sürmektedir.

    • Bireyci feminizm - (liberteryen feminizm olarak da bilinir) Yukarıdakiyle aynıdır.

    • Liberal feminizm

  • Kadın merkezli (gynocentric) formlar:

    • Kültürel feminizm

    • Cinsiyet feminizmi

    • Pop feminizm

    • Radikal feminizm

  • Baskıyı ataerkiden kaynaklı görenler:

    • Anarko-feminizm

    • Radikal feminizm

    • Fransız feminizm

    • Seks radikal feminizm

  • Baskıyı sınıflı toplum (19. yüzyıl ve sonrası kapitalizm) kaynaklı görenler:

    • Marksist feminizm

    • Sosyalist feminizm

  • Ayırımcı (segregationalist):

    • Lezbiyen feminizm (lezbiyen ayrıkçılığı/lesbian separatism))

    • Ayrılıkçı feminizm/seperatist feminizm

  • Afrikan-Amerikan

    • Siyah feminizm/Black Feminism

    • Kadıncılık/Womanism

  • Batı-Dışı:

    • Üçüncü Dünya feminizm

    • Sömürge sonrası feminizm



Feminizm ne değildir?

Feminizm, erkek düşmanlığı ya da erkeklere beslenen nefreti karşılayan bir terim değildir. Erkeklerin gereksiz, önemsiz, düzen bozan ve iğrenç varlıklar olduğunu savunan kişiler elbette var lakin asıl feminizim, kadın ve erkeğin eşit şartlar altında (maaş dengesi, çalışma saati, sosyal etkinliklerde denge vb.) yaşaması gerektiğini savunan bir anlayıştır.

Feminizm lezbiyen olmayı ya da eşcinselliği destekleyen bir anlayış da değildir. Lezbiyen feministler, heterosexuel feministler, gay feministlerin farklı şekilde de feminist düşünceleri olsa da, ortak düşünceleri kadınların da erkekler kadar hakka sahip olması ve köleleştirilmesi.


Feminazi ne peki?

Feminazi, çoğunlukla radikal feministleri aşağılamak için kullanılan bir argo terimdir. Birleşik sözcük olan ve genel kullanımı feministleri aşağılama amacında olan kişilerce Nazi yandaşı benzetmesiyle “feminazi" (Nazi feminist) şeklinde kullanılır.

İlk kez talk show programında radyo ve televizyon sunucusu Rush Limbaugh tarafından kullanılan sözcük, kullanımının ardından tepki çekmiş, kavramı Kuzey Amerika'da popülerleştiren Limbaugh, bu sözün mucidinin kendisi değil arkadaşı Tom Hazlett olduğunu iddia etmiştir.

Türkiye'de feminizm

Türkiye'de feminizm kavramının literatüre girişi, Türk milliyetçiliğinin ve Türkçülüğün düşünce babalarından Ziya Gökalp'in "Türkçülüğün Esasları" adlı kitabının "Türk Feminizmi" adlı bölümünde "feminizm" kavramına övücü bir dille değinmesiyle oldu.Jön Türkler ve İttihat & Terakki Cemiyeti içerisinde oldukça yetkili olan; Ziya Gökalp, Ahmet Rıza, İbrahim Hilmi ve Enver Beylerin başını çektiği Türk milliyetçisi kanat kadınların özgürleşmesinin milletin bir bütün olarak özgürleşmesindeki önemine dikkat çekerek kadınların eğitimine yönelik oldukça yoğun çabalar harcadılar. Bu çabalar sonucunda kadınlar için İnas Sanâyi-i Nefîse Mektebi ve İnâs Darülfünunu gibi üniversite düzeyinde eğitim veren kurumlar yanında İstanbul'da ve Anadolu'da kız liseleri açılmasını sağladılar. Ayrıca yine bu milliyetçi kanat Türkiye tarihindeki ilk feminist kadın derneği olan Teali-i Nisvan Cemiyeti ile dönemi için oldukça sert taleplerde bulunan Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti'nin ve kadınların iş gücüne katılımı için mücadele yürüten Osmanlı Kadınları Çalıştırma Cemiyeti'nin kuruluşuna önayak oldular. Ek olarak günlük yaşamda kadınları rahatlatmak için kadınlara uygulanan tek başına faytona binememek ve giyim-kuşam kısıtlamaları gibi bazı yasakları da kaldırdılar.

Türkiye'de feminizmin toplumsal ve hukuki yönden asıl atılımı ise Ziya Gökalp'ten ve onun batıcı-milliyetçi görüşlerinden yoğun bir biçimde etkilenen Mustafa Kemal Atatürk'ün Türk Devrimi sonucunda kadınlara eşit vatandaşlık haklarını sağlamasıyla oldu. Bu dönemin ardından Türkiye'de uzun bir süre etkinliğini kaybeden feminist hareket 12 Eylül Darbesi'nden sonra dernekler ve sayısız yayın aracılığıyla yeniden kendini gösterdi ve o dönemden beri kadına yönelik şiddet, kürtaj, toplumsal cinsiyet rolleri, LGBT bireylerin hakları gibi konularda yoğun bir mücadele yürütmeye başladı.

Türkiye'ye Türk milliyetçilerince getirilip Atatürk'ün ölümüne kadar yine ağırlıklı olarak milliyetçilerce yürütülen feminist mücadele, 1940'lı yıllardan itibaren etkinliğini yitirdi ve yeniden gündeme gelmesi 12 Eylül Darbesi'nden sonra etkileri Türkiye'de daha geç hissedilen "ikinci dalga feminizm" ile oldu. İkinci dalga feminizm ile birlikte Türkiye'de feminist mücadelenin bayrağı milliyetçilerin elinden çıkarak sosyalist-sosyal demokrat grupların eline geçti. 12 Eylül Darbesi'nden sonraki ilk feminist örgütlenme 1984 yılında kurulan Kadın Çevresi adında feminist bir yayıneviydi. Ancak bu yapı bir yayınevi olarak kalmadı. Daha sonra Kadın Çevresi Yayınevi etrafında toplanan kadınların örgütlenmesiyle “Mor Çatı”ya dönüştü. İlerleyen yıllarda Türkiye'de çeşitli alanlara yoğunlaşmış çok sayıda feminist örgüt kuruldu.

28 Şubat Süreci'nde başörtüsü yasağı ile başlayan protestolarda bazı feminist örgütler mağdur kadınların yanında durdular. Bu protestolar feminist kadınlarla muhafazakar - Müslüman kadınların ilk kitlesel teması sayılabilir.

Maalesef ki ülkemizde süregelen bir sosyal tabakalaşma (kadının alt tabakada, erkeğin üstün görülmesi vb.) ve bazı örf adetlerimiz yüzünden yorulan ve kendini baskı altında hisseden birçok kişi var. Kadınlar, erkekler, çocuklar kendilerini sırf bu kalıplara uydurmak için kendini yıpratıyor ve hayatını harcıyor. Erkeklerin üzerine yüklenen “evini geçindirmek için iyi bir mesleğe sahip ol, evin olsun, araban olsun, maskülen ol, eşin ve çocukların senden korksun saygı duysun, evinin reisi ol, hesabı öde, alışverişi öde, erkekler ağlamaz güçlü görünür…” gibi kalıp ve yargılar erkeklerin kendi kişiliklerini yansıtamamasına neden olur ve bunlar çocukluğundan beri sırtına yüklenen çok ağır yüklerdir. Kadınlar için de durum farklı değil tabii. “okumazsan veririz kocaya, eşine hizmet et hürmet et, eşinin cinsel ihtiyaç ve isteklerini karşıla asla reddetme, çocuk sahibi ol, eşine para harcat, kadın susar eşini dinler, kadın erkeklere karşı çıkamaz…” gibi söylem ve ifadeler de kadınlarının belini biraz daha büken söylemlerdir. . Cinsiyete göre kalıp yargılara dönüşen cinsiyetçi kodlar erkek ve kadını üstlendikleri rollere göre biçimlendirir. “Kızlardan “iyi ev kadını”, “iyi anne”, ve “iyi eş” rolü bekleyen toplum, erkekten iş, başarı ve ailenin geçimini sağlamaya yönelik roller beklemektedir”.




Atasözü ve deyimlerimizin cinsiyetçi yaklaşımı

Türk atasözleri ve deyimleri de antifeminist (feminist karşıtı) söylemlerden oluşmaktadır. Türk geleneksel kültürü ve aile yapısında erkek kadın ayrımı, toplumsal cinsiyet ayrımını daha çocukluk döneminden itibaren ortaya koyar. Erkeğin kadına üstün tutulduğu ve baskın oluşunun erkek evlada sahip olmayla başladığı söylenebilir. Bunun altında yatan en temel sebep baba ocağının devam ettirilmesi, “adı ve soyu sürdürmek, mirasın, malın dağılmasını önlemek” olarak sıralanabilir. Erkek çocuktan beklentinin yüksek oluşu daha çocukken kız ve erkek çocuklar arasında ayrımı doğurmaktadır. Bu da beraberinde kız çocuğun ikincil plana itilmesini ve erkek çocuğa kıyasla daha az değer verilmeyi getirmektedir. Eril cinsiyet evin dışındaki ortamla özdeşleştirilirken, kadın ev ile sınırlı bir yaşam alanı bulabilmektedir. Kadın ve erkek cinsiyetleri bakımından ayrılmadan önce kimlikleri bakımından bir ayrımın belirleyici olduğu görülmektedir. Kadının aile içi görev ve sorumlulukları düşünüldüğünde, öncelikle eş olma rolü üstlendiği söylenebilir. Kadın anne olmadan önce eş olma sorumluluğu alır.


Toplumsal yaşamın akışı içindeki sıraya göre de böyle olması oldukça anlaşılır ve kabul edilir bir durumdur. Özellikle ataerkil aile yapısının baskın olduğu toplumlarda erkeğin konumu eşine göre algılanır. Ailenin gizli kurucusu olan kadın, erkeğin de sosyal saygınlığında önemli bir işleve sahiptir. Bunu doğrular nitelikteki atasözleri şunlardır: “Evi ev eden avrat (kadın), yurdu şen eden devlet.” “Kadın erkeğin eşi, evin güneşidir.” Yine kadının ev yaşamında üstlendiği görevlerini yerine getirmesindeki beklenti tutumlu ve iş bilen bir özellik taşımasıdır. “Kadın var, arpa ununu aş eder, kadın var buğday ununu taş eder.” Evin idari ve mali yönetimi kadının doğrudan becerisiyle ölçülür. Kadın tutumlu ve var olan kaynakları iyi yöneten ve idare eden biri ise o evde huzur ve mutluluk vardır. Kadın var olan olanakları tek yönlendiren kişidir. Yoktan var edebilen ya da tam tersi var olanı layıkıyla değerlendiremeyen, ziyan eden de kadındır. Dolayısı ile kadının özellikle yoksul Anadolu insanı için tutumlu ve iş bilir olması aile için her şeyi değiştire(bile)cektir.


“Erkek getirmeyi, kadın yetirmeyi bilmeli” Bu atasözü de yalnızca kadına değil, erkeğe de kimi görevler yüklemektedir. Kadın ev içindeki işlerin düzenlenmesi ve yürütülmesinden sorumlu ise erkek de ev dışındaki işlerden sorumludur. Yani geleneksel aile biçimine göre kadının temel işi ve yükümlülüğü ev içinde ve evle ilgili işleri yapmak, erkeğin birincil görevi ise para kazanmadır. Bu atasözü kadını erkeğin maddi gücü altına sokmakta ve onun toplumsal yaşamda iş alanında değil, aile içinde sorumluluklarına dikkat çekmektedir. Erkek para kazanmayı bilmekle sorumlu tutulurken kadın bu kazancı idame ettirilmeden sorumludur. Dolayısı ile önemli olan parayı kazanmak değil onu akıllıca ve doğru bir şekilde harcamaktır.

“Peyniri deri, kadını erkeği saklar” “Kadının şamdanı altın olsa mumu dikecek erkektir” Kadın daima kendisini gözetip koruyacak bir erkeğe muhtaçtır. Bu erkek onun eşidir. Bu atasözlerinde kadın değil erkek ön plana çıkartılarak kadını küçümseyen bir tavır sergilenir. Kadın kendi haklarını koruyabilecek durumda değildir. Kadının değerini artıran kocasıdır. Kadın öz varlığı ile ne kadar değerli olursa olsun onun gerçek değerini ortaya koyan kocasıdır.

“Kadınların yalımı alçak olsa, geçinmeleri kolay olur.” “Erkeğin iyisi eşiğinden, kadının iyisi döşeğinden belli olur”. “Eşeğin bozunu; Manastır’ın kızını alma.” Yukarıdaki bu üç atasözü mutlu evliliğin sırrı da kadının kendisinde saklı olduğunu vurgular. “Oğlan doğuran övünsün, kız doğuran dövünsün.” “Kızı (kızı oğlu)olanın dili olmaz.” Bu atasözleri çok açık biçimde kız ve erkek çocuk ayrımını gösterir. Aile için oğlan çocuğu doğurmanın önemli olduğu vurgulanır. Erkek çocuğa sahip olma övünç kaynağı iken kız çocuğa sahip olmak üzüntü sebebidir.


“Kızını dövmeyen, dizini döver.” Kız çocuğun eğitiminde izlenecek yol onu dövmekten geçer. Kız çocuğun terbiyesinde dayak en etkili yoldur. “Bir evde iki kız, biri çuvaldız biri biz.” Bir evde kız çocuk varsa onun bakımının aileye vereceği zahmet vurgulanır. “Ağaç yeşert meyve getirsin, oğlan büyüt ekmek getirsin.” Ailenin maddi gücünün teminatı erkek çocuktur. Bu anlayışı vurgulayan pek çok farklı atasözü de bulunmaktadır. Bunlara örnek olarak aşağıdaki atasözleri verilebilir. “Oğlan olsun deli olsun, ekmek olsun kuru olsun.” “Oğlandır oktur, her evde yoktur.” “Oğlanı her karı doğurmaz, er karı doğurur.” “Kız elin, oğlan evin” “Bir ev (gemi) donanır, bir kız(çıplak) donanmaz.”

Kız evladı memnun etmek öylesine güçtür ki ne yapsan da onu memnun edemezsin. Bu atasözü kız evladın zor beğenir olduğunu vurgular. Kız çocuğa sahip olmanın aile için sıkıntı sebebi olduğunu vurgulayan pek çok atasözü vardır. “Kız doğuran tez kocar.” “Kız yükü, tuz yükü.” “Kızın var mı, derdin var.” / “Kızın var mı, sızın var.” “Kızını dövmeyen, dizini döver.”

“Kadın (avrat) malı, kapı mandalı” “Kadın kocasını isterse vezir, isterse rezil eder.” “Kızlar evlenmeyi bir şey sanmış; vardığı günden usanmış.” “Kocana göre bağla başını; tencerene göre pişir aşını.” Kadını eş olarak ele alan atasözlerinin genel nitelikleri kadını erkeğe bağımlı kılmasıdır. Kadının birey olarak kendinin veya evlenmeden önce ailesinden dolayı sahip olduğu maddi gücü yok sayılmaya çalışılır. Kadını erkeğe bağlayan en önemli olgu ekonomiktir.

“Kazanırsan dost kazan, düşmanı anan da doğurur.” “Kadın erkeğin şeytanıdır.” “Kadın şerri şeytanın şerrine eşittir” “Erkeğin nefsi birdir, kadınınki dokuz.” Kadına karşı olumsuz bir yargı ifade eden bu atasözleri kadını kötülüklerin kaynağı olarak gösterirken ikinci atasözü kadını eleştirel bir bakışla değerlendirmeyen birinin gözünde şeytanla aynı kefeye koyar. Zira kadın cinselliğini kullanarak erkeği kötülüğe yöneltebilir. Kadın üzerine olumsuz yargıya sahip atasözlerinden bazıları da onu şeytanla işbirlikçi konuma sokar. Hatta Adem’le Havva’nın ilk günahlarını anımsatan bazı atasözleri de vardır. Erkeği aldatan kötülüğe yönelten kadındır. Erkeğin kadının cazibesine kapılmasında da yine kadın sorumlu ya da suçludur. “Dişi köpek kuyruğunu sallamayınca, Erkek köpek ardına düşmez”, “Dişi yalanmazsa erkek dolanmaz” bu atasözleri de bu yargıyı doğrular niteliktedir.

“Kadının saçı uzun, aklı kısadır” ya da “Kadın kısmının saçı uzun olur aklı kısa” Çok bilindik bir atasözü olan bu atasözünde kadın açık biçimde küçümsenmekte hatta düşünceden yoksun biri olarak gösterilmektedir.

Bunun gibi birçok atasözü ve deyim cinsiyetçi söylemler belirtmektedir. Her ne kadar bu söylemleri reddetsek de bunlarla büyütülen kız ve erkek çocukları vardır.

 Kimlere Feminist denir?

İçinde bulunduğumuz bu ataerkil toplum yapısından sıkılmış ve mağduriyetini yaşayan kız erkek herkes feminist olabilir. Feminizm ile ilgili kitaplar okumak ve daha fazla bilgi sahibi olmak da bu anlayışı daha iyi kavramanıza yardımcı olacaktır.


"Cinsiyet eşitliğini sağlamak kadınların ve erkeklerin, kızların ve erkek çocuklarının katılımını gerektirir. Bu herkesin sorumluluğundadır."

- Ban Ki-moon


 

Erkekler için süregelen bazı kalıplarıdan rahatsız olan kişiler feminist olabilir. Her yemeği ya da her alışverişi erkeğin ödemesi, “erkek ağlamaz, erkek güçlü durmalıdır, maskülen görünmelidir” gibi ifadeler yüzünden kendisini baskı altında hisseden ve bunu değiştirmek için bir şeyler yapmak isteyen kişiler -cinsiyetten bağımsız, kız erkek- bu anlayışı destekleyebilir ve hayatının bir parçası haline getirebilir.


Aynı şekilde, ev içinde tüm işleri kadının yapmasından rahatsız olan, çocukların bakımından sadece kadın görevliymiş gibi bir algıdan bıkan kişiler, romantik ilişkilerde yenilen her yemeğin ortak ya da sırayla ödenmesi gerektiğine inanan kişiler feminizm anlayışını benimseyebilir.


Şunu da belirtmek isterim ki, feminizm erkek düşmanlığı değildir, aksine iki cinsiyetin de birbiriyle uyum içinde yaşamasını kolaylaştıran bir akımdır. Feminizm anlayışını benimsemek için sadece kadın olmak ya da LGBT+ kişileri desteklemek zorunda değilsiniz.

Birkaç feminist yazar ve kitap…
  • Damızlık Kızın Öyküsü, Margaret Atwood
  • Cinsiyet Belası, Judith Butler
  • Kadınlar Ülkesi, Charlotte Perkins Gilman
  • Kendine Ait Bir Oda, Virginia Woolf
  • Feminizm Herkes İçindir, Bell Hooks
  • Kurtlarla Koşan Kadınlar, Clarissa P. Estes
  • Orlando, Virginia Woolf
  • Kadının Görünmeyen Emeği, Gülnur Acar - Savran
  • Yeni Bir Çağ Hayali, Sheila Rowbotham
Peki ya siz feminizm hakkında ne düşünüyorsunuz? Düşüncelerinizi Instagram hesabımızdaki gönderinin altına yazabilirsiniz. Buraya tıklayarak Instagram adresimize erişebilirsiniz!


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

3 farklı beslenme çeşidi! Raw, Paleolitik, Friganizm YOK ARTIK DİYECEKSİNİZ!

1.Raw beslenme     Raw yani "çiğ" beslenme, vegan beslenmenin bütün kurallarına artı olarak, bitkilerin 40 derecenin üstünde pişirilmemesi ilkesine dayanıyor. Raw food, doğanın bizlere sunduğu besinleri, sebze ve meyveleri, en saf haliyle tüketmeye dayalı bir beslenme biçimi. Besinler hiç işlem ve ısı görmeden, ham halleriyle tüketiliyor. Böylelikle içindeki her şey canlı olarak vücudumuza giriyor. Çiğ kuru yemişler, tohumlar, filizlendirilmiş baklagiller, kurutulmuş meyveler ve tüm taze meyve ve sebzeler yenilebiliyor. Sebzeler çiğ tüketildiğinde, içlerinde bulunan vitamin ve enzimler yok olmaz; vücudun pH seviyesi alkali (bazik) hâle gelir.     Çiğ beslenmenin temellerini incelemek için geçmişe bir göz atmak gerekiyor. Bu yüzden milattan öncesine ışınlanıyoruz. İlk insanların doğada buldukları her şeyi pişirmeden tükettiklerine rastlıyoruz. Ateş bulunduktan sonra beslenme düzenleri de değişmeye başlıyor haliyle. Raw food ise yüzyıllar öncesinin geleneğini yaşatıyor, atala

Kendin olma özgürlüğü. Biz bu muyuz?

Biz bu hayata başkalarını memnun etmek için mi geldik? Aman annem üzülmesin, aman babam kırılmasın, aman sevgilim darılmasın... Biz bu muyuz yani? Bir kere geldiğimiz şu hayatta başkalarının istediği gibi, onların memnuniyetine göre yaşamak için mi geldik? Hayallerimizi bile kısıtlayarak ve belli çizgiler dahilinde kuruyor olduk farkında mısınız? Bir evim olsun, arabam olsun bir de eşim olsun yeter diye düşünebiliyoruz artık. bunlar da güzel şeyler elbette ama neden artık kuzey ışıklarını görmeyi, Times meydanındaki kocaman ekranları arkamıza alarak fotoğraf çekilmeyi, Japonya’daki yöresel yemekleri yemeyi,  ülkemizi gezmeyi düşünmüyoruz? Sığ düşünür olduk. Çevremizdeki insanların düşünce tarzlarına maruz kalarak, kendimizi onlar gibi yetiştirerek sığ düşünür olduk.  Kayboluyoruz. İçimizdeki hevesi kaybettiğimiz için kendimiz de kayboluyoruz. Sıradan hale geliyoruz. 20 yıl önce genç olan anne babamız, 50 yıl önce genç olan nene dedemiz gibi biz de şimdi 18 20 yaşında gençler olarak kay

Konfor alanı ve başarı hakkında;

        Bu yazıda iki konudan bahsedeceğim; birincisi konfor alanı hakkında, ikincisi de asıl başarının 4'de uyanmak olmadığı hakkında olacak.       İnternette, arkadaşlarımızla sohbetlerimizde, okuduğumuz bir kişisel gelişim kitabında hep duyduğumuz şu konfor alanı hakkında konuşmak istememim nedeni artık yanlış anlaşılıyor oluşu. Evet artık konfor alanı işini yanlış anlıyoruz. Konfor alanından çıkmak demek aslında yapmaktan rahatsızlık duyduğun, sevmediğin ama yapmak zorunda olduğun şeyleri yapmak demektir. Sadece sevdiğimiz şeyleri yaparak bir ömür geçiremeyiz, bu mümkün değil. En basitinden spor yapmayı herkes sevmez, hoşlanmaz ama bir derecede hepimiz yapmak zorundayızdır. kas ağrılarına, incinmelere rağmen yapmak zorundayızdır. bu konfor alanımızdan çıkmak demektir çünkü sevmesek de yapmak zorundayız.       İnternette şu sıralarda konfor alanının sadece telefona daha az bakmak ya da yataktan kalkıp birkaç saat ders çalışmak olarak anlaşıldığını görüyorum, evet bir ölçüde doğr