Biz Türk gençliği, eğitimimiz için, bağımsızlığımız için çok çalışıyoruz. Lakin istediğimiz yaşamı, hayalini kurduğumuz dünyayı bir türlü oluşturamadan yaşlanıp ölüyoruz. Bunun sebebi nedir? Neden bir türlü hayallerimizi gerçekleştiremiyoruz? Yatmadan önce kurduğumuz o hayat nerede?
Hayalperest kimliğimiz bazı olaylar ve güçler tarafından öldürülüyor. Astronot olmak isteyen kişiler bir bakıyoruz ki manav olmuş, doktor olmak isteyen kişiler bir bakıyoruz ki ev hanımı olup dördüncü çocuğuna hamile kalmış, pilot olmak isteyen kişiler bir bakıyoruz ki çiftçi olmuş. Yanlış anlaşılmasın ben burada manav olmayı, ev hanımı olmayı ya da çiftçi olmayı küçümsemiyorum, bunlar çok emek isteyen ve kutsal meslekler. Benim dikkatinizi çekmek istediğim nokta, hayallerimizin, yeşeren çiçeklerimizin bir makasla özensizce, lâlettayin bir şekilde kesilmesi.
Bizi öyle yüksek duvarların arasına aldılar ki, sıçrasak dahi çıkamıyoruz. O duvarı yıkacak aleti de elimizden yavaş ve özenli bir şekilde aldılar. Hatta alsınlar diye bizzat biz çok çabaladık. Okula gittik mesela, her gün, her Allah’ın günü okula gittik. Sabah 7’de tak diye uyanıp koştuk okula. Gittik ve “benim beynimi, düşünce yapımı elimden alın” diye çok çabaladık. 10 yıl kadar hiçbir şey farketmiyorsun, koştura koştura gidiyorsun o fabrikaya (bence bir çeşit fabrika). 10 11 yıl sonra bir gün, “ben ne için çalışıyorum ya” diyoruz. O an fark ediyoruz bir şeyleri… nasıl bir sistem içinde olduğumuzu ya da hayatın bomboş bir yer olduğunu.
Tabi ondan sonrası biraz sancılı, baş kaldırmaya çalışıyoruz, öğretmene müdüre… İşe yaramıyor. Çünkü onlar çoktan teslim etti düşünme kabiliyetlerini. Bu bir hakaret değil yanlış anlamayın. Bu sadece nasıl bir fabrika, birbirinden farklı olan bu akılları tek bir rafa koyan fabrika, içinde olduğumuzu göstermek istediğim bir yazı.
Biz kendi elimizle verdik işte o duvarı delecek aleti. “Alın” dedik, “sizin olsun bu beyin, memur yapın, emrinize amade olan hizmetçiler yapın, torpille işe sokabileceğiniz yalaka işçiler yapın.” Ee dururlar mı, adettendir deyip aldılar memnuniyetle.
İşte böyle doğuyor bir işçi, ya da işsiz.
Sonra ne oluyor? İnsanları mutlu etmek için tüm enerjimizi ve yıllarımızı harcıyoruz. Mutlular değil mi şimdi? HAYIR. Onlar hiç mutlu olamazlar. Onlar da aynı fabrikadan çıktı biz de.
Patronumuzu mutlu etmeye çalışıyoruz, terfi almak için ya da maaşımız artsın diye. O patron bize cinsel taciz de yapsa, psikolojik baskı da yapsa aldırmıyoruz. Sonuçta o bizim ekmeğimizi veren kişi değil mi?
Ailemizin seçtiği mesleği yaparak bir hayat yaşayıp ölüp gitmeye geldik gibi görünüyor. Annemiz öğretmen olamadıysa bizi öğretmen yapmaya çalışır, babamız polis olmadıysa bizi polis yapmaya çalışır, amcamız cami hocasıysa bizi müezzini yapmaya çalışır. İşte böyle bir özgür irademiz, hür seçimlerimiz oluyor. Başkaları tarsından belirlenen ve önceden yazılmış bu hayatı yaşayıp ölüveriyoruz, astronot olmadan, pilot olamadan, doktor olamadan, ressam olamadan…
Ailemizin bizim için seçtiği meslek rolünü alıp oynasak da, onlar yönetmen olarak yine memnun olamıyorlar. Biz de tüm hayatımızı hayal kurmayı bırakarak onları memnun etmeye çalışan köleler olarak geçiriyoruz.
Fazla uzatmayayım, yarın okul vardır. Alarmları kuralım, iyi geceler.
Yorumlar
Yorum Gönder