Ana içeriğe atla

Dindarlığın geldiği son nokta hakkında;



Din, insan hayatının birçok alanında rehberlik eden ve yaşam biçimimizi belirleyen bir inanç sistemidir. Dinin özü, insanların kendileri, dünyaları ve yaratıcısı hakkındaki inanç ve değerlerinin bir araya gelmesidir. Ancak, dindarlık kavramı bazen yanlış anlaşılmakta ve yanlış yorumlanmakta.

İnsanlar, dindarlık hakkında farklı düşüncelere sahip olabilirler. Kimi insanlar dindarlığı sadece ibadet etmek, dua etmek ve dinin yasa ve kurallarına uymak olarak algılarlar. Ancak dindarlık sadece bu işlemlerden ibaret değildir. Din, aynı zamanda insanlara güç, umut ve huzur veren manevi bir boyuttur. Dinin özü, insanların hayırseverlik, yardımseverlik, adalet, dürüstlük, sorumluluk ve sadakat gibi değerlerini geliştirmesine yardımcı olur.

Dindarlık, bazen yanlış anlaşılabilir ve yanlış yorumlanabilir. Bu, birçok farklı faktöre bağlı olabilir. Örneğin, bazı insanlar kendilerini dindar olarak tanımlarken, gerçekte dinin özüne aykırı davranışlar sergilerler. Bazıları da dini siyasi bir amaç için kullanırken, aslında dinin özünün tamamen dışına çıkmış olabilirler. Bu tür yanlış anlamalar ve yorumlamalar, insanların din hakkında sorunlu fikirlere sahip olmasına neden olabilir ve bu da dinsel ayrımcılığı artırabilir. 

Bizim toplumumuz dini pekala yanlış algılıyor, yanlış yorumluyor. Bu yanlış yorumlamalarını da sosyal medyada diğer insanlarla paylaşarak çoğu kişinin de bu saçma sapan yorumlamalara inanmalarını sağlıyor. Kendini din uzmanı sanan bazı "din hocaları" kürsüye çıkıp fetva veriyor. Bu fetvalarında ne mi anlatıyorlar, gelin bir bakalım!

Babanın öz kızına şehvet duyması haram değildir diyor bir tanesi! Ensest ilişkiyi ve tecavüzü normal kılmaya çalışır gibi bunu binlerce kişinin içinde anlatmakla kalmayıp tiktok hesaplarında da paylaşıyorlar. İşin ciddiyetini anlayabiliyor musunuz?! Bir baba öz kızına şehvet duyabilirmiş, bu normalmiş onlar için... sonra da gelip aile düzenini bozmakla başkalarını suçlarlar :)

Bir tanesi diyor ki, kız çocuklarını okutmayınız, ortaokula liseye göndermeyiniz. Kız çocuklarının okuma ya da okumama kararı ona kalmış gibi saatlerce bunu konuşuyor beyfendi.  Bu "din hocamız" da 8. eşini hastaneye götürdüğünde kadın doktor ister. C.A.H. adındaki  bir hoca diyor ki, "kadının çalışması çok büyük fitne fesat ve günahtır."  Olaya bir de şu tarafından bakalım, erkek içinde çalışması haramdır diyorlar lakin oradaki asıl tehlike zaten erkekler. Erkeğin tesettürü göz kapağıdır yazıyor kitapta, fakat erkekler gözlerini kapatmayı geçin, yüzünü bile eğmiyor bir hanım yanından geçerken. Erkeklerin metroda, otobüste, sokakta kadınlara nasıl baktıklarını, onları kameraya aldıklarını, hatta ve hatta cinsel organlarına dokunduklarını bile hepimiz görüyoruz. Bu durumda, nasıl oluyor da kadının çalışması haram kılınıyor bu hocalarca? 

Diğer bir hoca da diyor ki, "kadın evde bile tesettürlü olmalıdır" bu cümle Kuran'da yazmıyor, hiçbir kitapta yazmıyor. Peki bu hocamız neden böyle diyor? Neden biliyor musunuz, eşi rahat olmasın, sıcak yaz gününde bile evinde kısa kollu giymesin diye, emrinden çıkmasın ve sürekli ona hizmet etsin diye. Dini kendi istek ve arzularına göre şekillendiren bu din hocaları gerçekten gece rahat uyuyabiliyor mu?

Bu din hocalarından bahsediyorum fakat biz de farklı değiliz, 5 vakit namazımızı kıldıktan sonra kahvehaneye gidip arkadaşlarımızla dedikodu yapmayı, ikindi çayında komşuları eve çağırıp bizim işimizmiş gibi az çok tanıdığımız herkesin hayatını, işini, evliliğini konuşmayı çok iyi beceriyoruz. 

İslam'da 4 eşe kadar müsaade var diye şuan bazı insanlar 4 kadınla aynı anda nikahlanır oldu. İslam'ı doğu yaşadığımıza emin miyiz gerçekten? Dinimizi zevk ve amellerimize göre şekillendirdiğimiz aşikar. 

Malum şahsiyetler, dini her türlü işe alet ettikten sonra 300 bin dolarlık çanta kullanır, altın kaplama çeşmelerden su içer. Sarayın giderleri günlük 18 milyon tl olur ama bize de porsiyonları küçültün derler. İslam dininde aşırılığa kaçmayın, müsrif yapmayın yazar, biz bunu tınlıyor muyuz size? 

"İmam nikahımı kıyıp günübirlik münasebetler yaşıyorum, böylece zina işlemiş olmuyorum ve vicdan azabı çekmiyorum." diyor çarşaflı bir hanfendi. Günübirlik imam nikahıyla istediğini yapıyormuş, böylece günah işlemiş olmuyormuş. Biz gerçekten ne hale düştük? Neleri konuştuğumuzun farkında mısınız? 

Dindarız dindarız diyoruz, umre için gittiğimiz Kutsal dediğimiz topraklarda eşimizi aldatıp gelebiliyoruz, nerede kötülük varsa yapıyoruz lakin hala müslüman olduğumuzu düşünüyoruz. İşte dindarlığın geldiği son nokta, daha anlatacak çok şey var aslında. 

Elhamdülillah Müslümanız diyoruz ya, gerçekten müslüman olduğumuzu düşünüyor muyuz?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

3 farklı beslenme çeşidi! Raw, Paleolitik, Friganizm YOK ARTIK DİYECEKSİNİZ!

1.Raw beslenme     Raw yani "çiğ" beslenme, vegan beslenmenin bütün kurallarına artı olarak, bitkilerin 40 derecenin üstünde pişirilmemesi ilkesine dayanıyor. Raw food, doğanın bizlere sunduğu besinleri, sebze ve meyveleri, en saf haliyle tüketmeye dayalı bir beslenme biçimi. Besinler hiç işlem ve ısı görmeden, ham halleriyle tüketiliyor. Böylelikle içindeki her şey canlı olarak vücudumuza giriyor. Çiğ kuru yemişler, tohumlar, filizlendirilmiş baklagiller, kurutulmuş meyveler ve tüm taze meyve ve sebzeler yenilebiliyor. Sebzeler çiğ tüketildiğinde, içlerinde bulunan vitamin ve enzimler yok olmaz; vücudun pH seviyesi alkali (bazik) hâle gelir.     Çiğ beslenmenin temellerini incelemek için geçmişe bir göz atmak gerekiyor. Bu yüzden milattan öncesine ışınlanıyoruz. İlk insanların doğada buldukları her şeyi pişirmeden tükettiklerine rastlıyoruz. Ateş bulunduktan sonra beslenme düzenleri de değişmeye başlıyor haliyle. Raw food ise yüzyıllar öncesinin geleneğini yaşatıyor, atala

Kendin olma özgürlüğü. Biz bu muyuz?

Biz bu hayata başkalarını memnun etmek için mi geldik? Aman annem üzülmesin, aman babam kırılmasın, aman sevgilim darılmasın... Biz bu muyuz yani? Bir kere geldiğimiz şu hayatta başkalarının istediği gibi, onların memnuniyetine göre yaşamak için mi geldik? Hayallerimizi bile kısıtlayarak ve belli çizgiler dahilinde kuruyor olduk farkında mısınız? Bir evim olsun, arabam olsun bir de eşim olsun yeter diye düşünebiliyoruz artık. bunlar da güzel şeyler elbette ama neden artık kuzey ışıklarını görmeyi, Times meydanındaki kocaman ekranları arkamıza alarak fotoğraf çekilmeyi, Japonya’daki yöresel yemekleri yemeyi,  ülkemizi gezmeyi düşünmüyoruz? Sığ düşünür olduk. Çevremizdeki insanların düşünce tarzlarına maruz kalarak, kendimizi onlar gibi yetiştirerek sığ düşünür olduk.  Kayboluyoruz. İçimizdeki hevesi kaybettiğimiz için kendimiz de kayboluyoruz. Sıradan hale geliyoruz. 20 yıl önce genç olan anne babamız, 50 yıl önce genç olan nene dedemiz gibi biz de şimdi 18 20 yaşında gençler olarak kay

Konfor alanı ve başarı hakkında;

        Bu yazıda iki konudan bahsedeceğim; birincisi konfor alanı hakkında, ikincisi de asıl başarının 4'de uyanmak olmadığı hakkında olacak.       İnternette, arkadaşlarımızla sohbetlerimizde, okuduğumuz bir kişisel gelişim kitabında hep duyduğumuz şu konfor alanı hakkında konuşmak istememim nedeni artık yanlış anlaşılıyor oluşu. Evet artık konfor alanı işini yanlış anlıyoruz. Konfor alanından çıkmak demek aslında yapmaktan rahatsızlık duyduğun, sevmediğin ama yapmak zorunda olduğun şeyleri yapmak demektir. Sadece sevdiğimiz şeyleri yaparak bir ömür geçiremeyiz, bu mümkün değil. En basitinden spor yapmayı herkes sevmez, hoşlanmaz ama bir derecede hepimiz yapmak zorundayızdır. kas ağrılarına, incinmelere rağmen yapmak zorundayızdır. bu konfor alanımızdan çıkmak demektir çünkü sevmesek de yapmak zorundayız.       İnternette şu sıralarda konfor alanının sadece telefona daha az bakmak ya da yataktan kalkıp birkaç saat ders çalışmak olarak anlaşıldığını görüyorum, evet bir ölçüde doğr