Ana içeriğe atla

son günlerde beni tükenmiş hissettiren şey:

Sorumluluk almak genellikle iyi bir şeydir. Sorumluluk, kişinin işlerini, görevlerini ve sorunlarını yerine getirme yeteneğini gösterir. Sorumluluk sahibi olmak, kişinin güvenilirliğini, başarı oranını ve saygınlığını artırabilir.

Ancak sorumluluk almak da aşırıya kaçıldığında veya kişinin kapasitesini aşacak şekilde fazla olduğunda olumsuz sonuçlar doğurabilir. Fazla sorumluluk almak, aşırı stres ve baskıya neden olabilir, kişinin kendisini yetersiz veya başarısız hissetmesine sebep olabilir. Bu durumda, iş veya görevleri düzgün bir şekilde yerine getirmekte zorlanabilir ve sağlığı, ilişkileri veya genel yaşam kalitesi olumsuz etkilenebilir.

Bu nedenle, sorumluluk almak iyi bir şey olabilir, ancak kişinin kendi kapasitesine ve sınırlarına uygun bir şekilde yapılmalıdır. Kendi becerilerini ve zamanını doğru bir şekilde değerlendirme, gerektiğinde yardım isteme ve sınırları belirleme önemlidir. Sorumluluk alırken dikkatli olmak, kişinin hem kendisi hem de başkaları için en iyi sonuçları elde etmesine yardımcı olabilir.

     Sorumluluk almak bir noktaya kadar iyi ve yararlı bir şey olabilir, özellikle çocuklar için, ama o sorumlulukların miktarını ve ağırlığını artırınca kişi bunların altında eziliyor. Başkalarının sorumluluğunda olan iş ve görevleri de kendi üstümüze almaya çok meraklıyız mesela. Patronun gözüne girelim, öğretmenin favori öğrencisi olalım, annemiz bizi sevsin takdir etsin diye bir sürü işi sırtlanıyoruz. Bu sırtlandığımız yükler de bizi çok yoruyor, yıpratıyor ve strese sokuyor.

    Ben de son birkaç yıldır fazlasıyla sorumluluk yüklendim. Başta bunda hiçbir terslik görmedim ama son 2-3 aydır o kadar fazla geldi ki bunlar ben kendimle vakit geçiremez oldum. Kendi hobilerime ve alışkanlıklarıma zaman yaratamaz oldum. Zaman bulmaktan bahsetmiyorum farkındaysanız, zaman yaratamıyorum. Çünkü bir işi ya da görevi yapmak için zaman bulmazsın, eğer senin için önemli, acil ve değerliyse ona zaman yaratırsın. Ben artık son aylarda hobilerime yeterince vakit yaratmadığımı farkettim. Resim, yağlı boya, dans, sudoku, roman yazmak, yoga yapmak  ve derin düşünmek gibi birçok hobimi zamanla kaybettim. Bu hobilerin çoğu strese girdiğimde, gerildiğimde ya da sinirlenince yapardım ama şuan sinirden yarılsam bile bunların hiçbirini yapmıyorum. 

    Tüm bu aldığım sorumlulukları azaltıp, başkalarına devredip biraz kendime odaklanmaya karar verdim. Bu başta zor gelebilir bana ama kendime yönelmem beni iyi hissettirecektir. Birazdan yeni ay için plan program yapacağım. Bakalım nasıl bir ay bekliyor bizii ✌💚

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

3 farklı beslenme çeşidi! Raw, Paleolitik, Friganizm YOK ARTIK DİYECEKSİNİZ!

1.Raw beslenme     Raw yani "çiğ" beslenme, vegan beslenmenin bütün kurallarına artı olarak, bitkilerin 40 derecenin üstünde pişirilmemesi ilkesine dayanıyor. Raw food, doğanın bizlere sunduğu besinleri, sebze ve meyveleri, en saf haliyle tüketmeye dayalı bir beslenme biçimi. Besinler hiç işlem ve ısı görmeden, ham halleriyle tüketiliyor. Böylelikle içindeki her şey canlı olarak vücudumuza giriyor. Çiğ kuru yemişler, tohumlar, filizlendirilmiş baklagiller, kurutulmuş meyveler ve tüm taze meyve ve sebzeler yenilebiliyor. Sebzeler çiğ tüketildiğinde, içlerinde bulunan vitamin ve enzimler yok olmaz; vücudun pH seviyesi alkali (bazik) hâle gelir.     Çiğ beslenmenin temellerini incelemek için geçmişe bir göz atmak gerekiyor. Bu yüzden milattan öncesine ışınlanıyoruz. İlk insanların doğada buldukları her şeyi pişirmeden tükettiklerine rastlıyoruz. Ateş bulunduktan sonra beslenme düzenleri de değişmeye başlıyor haliyle. Raw food ise yüzyıllar öncesinin geleneğini yaşatıyor, atala

Kendin olma özgürlüğü. Biz bu muyuz?

Biz bu hayata başkalarını memnun etmek için mi geldik? Aman annem üzülmesin, aman babam kırılmasın, aman sevgilim darılmasın... Biz bu muyuz yani? Bir kere geldiğimiz şu hayatta başkalarının istediği gibi, onların memnuniyetine göre yaşamak için mi geldik? Hayallerimizi bile kısıtlayarak ve belli çizgiler dahilinde kuruyor olduk farkında mısınız? Bir evim olsun, arabam olsun bir de eşim olsun yeter diye düşünebiliyoruz artık. bunlar da güzel şeyler elbette ama neden artık kuzey ışıklarını görmeyi, Times meydanındaki kocaman ekranları arkamıza alarak fotoğraf çekilmeyi, Japonya’daki yöresel yemekleri yemeyi,  ülkemizi gezmeyi düşünmüyoruz? Sığ düşünür olduk. Çevremizdeki insanların düşünce tarzlarına maruz kalarak, kendimizi onlar gibi yetiştirerek sığ düşünür olduk.  Kayboluyoruz. İçimizdeki hevesi kaybettiğimiz için kendimiz de kayboluyoruz. Sıradan hale geliyoruz. 20 yıl önce genç olan anne babamız, 50 yıl önce genç olan nene dedemiz gibi biz de şimdi 18 20 yaşında gençler olarak kay

Konfor alanı ve başarı hakkında;

        Bu yazıda iki konudan bahsedeceğim; birincisi konfor alanı hakkında, ikincisi de asıl başarının 4'de uyanmak olmadığı hakkında olacak.       İnternette, arkadaşlarımızla sohbetlerimizde, okuduğumuz bir kişisel gelişim kitabında hep duyduğumuz şu konfor alanı hakkında konuşmak istememim nedeni artık yanlış anlaşılıyor oluşu. Evet artık konfor alanı işini yanlış anlıyoruz. Konfor alanından çıkmak demek aslında yapmaktan rahatsızlık duyduğun, sevmediğin ama yapmak zorunda olduğun şeyleri yapmak demektir. Sadece sevdiğimiz şeyleri yaparak bir ömür geçiremeyiz, bu mümkün değil. En basitinden spor yapmayı herkes sevmez, hoşlanmaz ama bir derecede hepimiz yapmak zorundayızdır. kas ağrılarına, incinmelere rağmen yapmak zorundayızdır. bu konfor alanımızdan çıkmak demektir çünkü sevmesek de yapmak zorundayız.       İnternette şu sıralarda konfor alanının sadece telefona daha az bakmak ya da yataktan kalkıp birkaç saat ders çalışmak olarak anlaşıldığını görüyorum, evet bir ölçüde doğr