Ana içeriğe atla

Türkiye'deki kadın hakları nelerdir? Boşanma, soyadı ve eğitim...


     İçeriğe geçmeden önce birkaç şey söylemek istiyorum. Ben utanıyorum, kadın haklarını konuşmadan önce kadın cinayetlerini konuşmaktan, kız çocuklarının okula gönderilmemesini konuşmaktan utanıyorum. Kadın haklarını bilmek tabii ki çok önemli ama bunları ne sebeple öğrendiğimiz de büyük önem taşıyor. Yaklaşık 12 sayfa olan bu yazıma hoşgeldiniz, iyi okumalar.

     Türkiye'de kadın hakları konusu, Batı dünyasındaki gelişmelere paralel olarak 19. yüzyıl ortalarından itibaren gündeme gelmiştir. Günümüzde Türkiye'de kadınların başlıca sorunları şunlardır:
  • Aile içi şiddete ve kabadayılığa maruz kalmak
  • Toplumsal ve kültürel baskı.
  • Eğitim-öğretim imkânlarından yoksun bırakılmak.
  • Çalışma hakkından yoksun bırakılmak.
  • İş yerinde ayrımcılık ve gelir adaletsizliği.

Kadına yönelik şiddet
    Ben bu başlık altında bir şeyler yazmaktan şuan utanıyorum. Bu kadar kadın cinayeti olmasından utanıyorum. Keşke "Türk kadını yine tarih yazıyor" "kadınlar ekonomik bağımsızlığının tadını çıkartıyor" ya da "Türk kadınları durmuyor!" gibi başlıkları olsaydı bu yazının. O günleri de görmek dileğiyle...
     Dünyada her 3 kadından 1'i hayatında en az bir kez aile içi şiddete maruz kalıyor. G-20 üyesi Türkiye'de bu oran diğer gelişmiş devletlere oranla çok daha yüksek.

      Türkiye genelinde kadınların neredeyse yarısı şiddete maruz kalıyor. Uzmanlara göre ülke genelinde eşi veya eski eşi tarafından fiziksel şiddete maruz bırakılan kadınların oranı %39. Varoşlarda bu oran %97'lere çıkıyor. Yaşadıkları fiziksel şiddeti kimseye anlatamayan kadınların oranı %48.5. Herhangi bir sivil toplum örgütüne ve polis, savcılık dahil hiçbir kuruluşa başvurmayanların oranı %92.

     Genel kanının aksine kırsal kesimde ve kentlerde kadına karşı şiddet oranı hemen hemen eşit düzeyde. Şiddetin en yoğun yaşandığı bölgeler ise Doğu ve İç Anadolu bölgeleri.

Nasıl önüne geçebiliriz?
    Eski Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu'ya göre kadına karşı şiddetle mücadelede, kadın ve erkeklerin duyarlılıklarının artırılması, farkındalık yaratılması ve bilinçlendirilmesi ayrıca şiddet mağduru veya risk altındaki kadınlara sunulan hizmetlerde ise kurumsal mekanizmaların eşgüdüm içinde çalışmalarını sürdürmesi gerekiyor.

     Kadına en temel haklarının iade edilmesinde erkeklerin eğitimine çok önemli rol düşüyor. Bu amaçla 2006 yılı Ağustos'unda askerlik hizmetini yapmakta olan er ve erbaşlara verilen yurttaşlık sevgisi eğitim programına kız çocuklarının eğitimi, kadınların istihdamı ve karar alma mekanizmalarına katılımları, kadına yönelik şiddet, töre cinayetleri, kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği konuları da dahil edildi.

Kadın cinayeti verileri...maalesef
     Adalet Bakanlığı tarafından açıklanan istatistiklere göre, Türkiye'de kadın cinayetlerinde 2002'den 2009'a kadar %1.400 oranında artış olmuştur. Aynı verilere göre 2002 yılında 66, 2003'te 83, 2004'te 164, 2005'te 317, 2006'da 663, 2007'de 1011, 2008'de 806, 2009'un ilk 7 ayında ise 953 kadın yaşamını kaybetmiştir.

     Türkiye'de aile içi şiddete uğrayan kişilerin korunması için gerekli tedbirlerin alınmasını düzenleyen 'Ailenin Korunmasına Dair Kanun', 1998'de yürürlüğe girdi.

Neden kadın cinayeti oluyor?
    Türkiye'de kadın cinayeti, Türkiye'de kadınların "namus temizleme" gerekçesiyle öldürülmek gibi, toplumsal rollerine bağlı nedenlerle öldürüldükleri cinayet vakalarını ifade eder.

     Türkiye'de gerçekleşen kadına yönelik şiddet eylemlerinden birisidir. Kadın cinayetlerinin sayısı Türkiye'de, 2000'li yıllarda geçmiş yıllara göre büyük artış göstermiş; 474 kadının öldürüldüğü 2019 yılı, ülkede son 10 yılda en fazla kadının öldürüldüğü yıl olmuştur. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu yıllık raporuna göre 2020 yılında ise erkekler tarafından 300 kadın öldürülmüş, 171 kadın şüpheli şekilde ölü bulunmuştur. 2010-2019 yılları arasında kadın cinayetlerinin sayısında sadece, İstanbul Sözleşmesi'nin imzalandığı yıl olan 2011 yılında düşüş görülmüştür.

     Suçluların işledikleri suçu normalleştirmek adına öne sürdükleri başlıca gerekçeler arasında; kadının ayrılık talebi, namus, aldatma-aldatılma, kıskançlık ön plana çıkar.


Faillerine göre kadın cinayeti istatistikleri

     2008-2018 yılları arasında gerçekleşen kadın cinayetlerinden 1260 cinayet vakasını inceleyen bir araştırma; kadın cinayetlerinde failler listesinin en başında öldürülen kadının kocasının aldığını gösterir (623). İkinci sırada sevgililer tarafından işlenen cinayetler (160), üçüncü sırada eski koca cinayetleri (94) yer alır. Dördüncü sırada yer alan "tanıdık biri tarafından işlenen cinayetler" (88), hırsızlık ve tecavüz vakaları ile gerçekleşmektedir. Ardından sırasıyla akraba cinayetleri (49), kardeşi tarafından öldürülme (48), oğlu tarafından öldürülme (48), babası tarafından öldürülme (38), yabancı biri tarafından öldürülme (18) gelmektedir.

    2019 yılında öldürülen kadınların ise 134'ü evli olduğu eşi tarafından, 51'i birlikte olduğu erkek tarafından, 29'u akrabası tarafından, 25'i eskiden evli olduğu erkek tarafından, 25'i oğlu, komşusu, çocuğuyla aynı okulda veli olan kişi gibi tanıdığı kişiler tarafından, 8'i eskiden birlikte olduğu erkek tarafından, 19'u tanıdık, 15'i babası, 13'ü kardeşi, 3'ü de tanımadığı kişiler tarafından öldürüldü.

Bazı resmî verilere göre kadın cinayetleri
     2009 yılında dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in TBMM'de sunulan bir soru önergesine verdiği yanıt, Türkiye'de kadın cinayetleri konusunda resmî sayılabilecek önemli bir veri kabul edilir. Bu yanıtta ülkede 2002- 2008 arasında işlenen kadın cinayeti sayısı 2002'de 66, 2003'te 83, 2004'te 128, 2005'te 317, 2006'da 663, 2007'de 1011, 2008'de ise 806 olarak açıklanmış ve 2002'den bu yana kadın cinayetlerinde 14 misli artış olması, medyada ve siyasetçiler arasında çok tartışılmıştı.

    2013 yılında verilen bir başka soru önergesine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın verdiği cevapta ise 2009'da 171, 2010'da 177, 2011'de 163, 2012'nin ilk 9 ayında ise 128 kadın cinayeti işlendiği bildirildi.

    2021 yılı Ocak Ayında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Twitter hesabından yaptığı açıklamada, 6284 sayılı kanun kapsamındaki kadın cinayetlerinde hayatını kaybeden kadın sayısını 2017'de 353, 2018'de 279, 2019'da 336 ve 2020'de ise 266 olarak duyurdu.

    Ve karşınızda kadına şiddetten vefat eden meleklerin sayısı: 
(KCDP: kadın cinayetlerini durduracağız platformu)

Kız Çocuklarının Eğitim hakkı    
    Kız çocuklarımızın okullaşma oranını bir önceki yazımda kanıtlarıyla sizlere göstermiştim, eğer bakmak isterseniz buraya tıklayabilirsiniz
Kız çocuklarının eğitiminin önündeki engeller: 
  • Okul ve dersliklerin yetersizliği,
  • Okulların yerleşim yerlerinden uzak olması ve birçok ailenin kız çocuklarının bu kadar yol gitmesini istememeleri,
  • Ailelerin, çocuklarını, fiziksel koşulları elverişsiz, örneğin tuvaletsiz, su şebekesi olmayan okullara göndermek istememeleri,
  • Birçok ailenin ekonomik güçlük içinde olması,
  • Ailelerin erkekleri kızlara göre önde tutan geleneksel önyargıları,
  • Çocukları evde çalıştırarak aile gelirine ek katkı sağlama eğilimi,
  • Birçok ailenin kızlarının bir an önce evlenmesini eğitimden daha önemli görmesi,
  • Kırsal bölgelerde kadın rol modellerinin nadiren görülmesi ya da hiç olmaması...

   Buna karşılık, 1975-2000 döneminde kadınların eğitimde büyük mesafe kaydettikleri de görülüyor. Nitekim dönem başında:1 milyon 920 bin seviyesinde olan ilkokul mezunu kadınların sayısı 7 milyon 644 bine,
167 bin olan ortaokul mezunu sayısı 896 bine,
199 bin olan lise mezunu sayısı da 1 milyon 539 bine çıktı.
Üniversite mezunu kadın sayısı da 56 binlerden 910 bine kadar yükseldi.

Kadın iş gücü
    Türkiye'de kadınların iş gücüne katılım oranları son derece düşüktür. 2021 KONDA verilerine göre Türkiye'de kadınların %56'sı ev kadınıdır. Kadınların %16'sı işçi veya esnaf, %8'i beyaz yakalı, %6'sı emekli, %8'i öğrenci, %4'ü işsiz, %2'si ise çalışamaz haldedir. Kadın istihdamı hususunda 2011'den beri özellikle işçi ve esnaf kategorisinde büyüme meydana gelmiş ve ev kadınlarının oranı azalmıştır.

    Çalışan erkek sayısı yaklaşık 17 milyon iken çalışan kadın sayısı 6 milyon civarında, yani erkeklerin üçte biri oranındadır. Kadınlardaki işsizlik oranı yüzde 9.4 iken, erkeklerde işsizlik oranının yüzde 10.7 olması kadın işsizliğinin daha düşük olduğu kanısı yaratıyor. Ancak bunun nedeni, kadınların işgücüne daha az katılması. Türkiye'de tarım dışı kadın çalışanların oranı hızla artıyor. 1997 yılında yüzde 17.7 olan bu oran 2003 yılına gelindiğinde yüzde 20.6'ya çıktı. Tüm bunlara rağmen, kadın ve erkek çalışanların ücret dengesizliği devam ediyor. Türkiye, Dünya Ekonomik Forumu tarafından yayımlanan 2009 Küresel Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi'nde, 134 ülke arasında 129. sırada yer almıştır.

Tecavüzle mücadele
    Tecavüz mağdurunun seks işçisi olması halinde cezanın indirilmesini öngören Türk Ceza Kanunu'nun 438'inci maddesi, TBMM tarafından 1990 yılında yürürlükten kaldırıldı.

    Yerel yönetimler özellikle şiddete uğrayan kadınlara yönelik hizmet vermeye başlarken, Türkiye'de ilk kadın sığınma evi, Bakırköy Belediyesi tarafından 1990 yılında açıldı.

Çok eşliliğin kaldırılması ve boşanma hakkı
    Erkeğin çok eşliliği ve tek taraflı boşanmasına ilişkin düzenlemelerin kaldırıldığı, kadınlara boşanma hakkı, velayet hakkı ve malları üzerinde tasarruf hakkı tanıyan Türk Medeni Kanunu, 17 şubat 1926'da kabul edildi.

    Türkiye'de evlenen yabancı erkekler yasalar hükmüyle vatandaşlığa geçemezler, fakat yabancı kadınlar geçebilir.

    2010 İstatistiklerine göre Türkiye'de 5 ilin nüfusu kadar doğu bloğundan gelen kaçak kadın çalışmaktadır. Mecliste yasa dışı göçmen ticaretine gösterilen dikkat çekici tolerans ile eşine genelde güvenen Türk kadını kontrastı ise dünyada birinci sırada yerini korumaktadır. Bunun getirisinde birçok sahte evlilik de yapılmakta ve benzer politikalar sonucunda yaşanan yasa dışı kadın nüfusu fazlası ile de sosyal ve çalışma imkânları halihazırda kısıtlı olan ve halen tek güvencesi kocası olmak durumunda bırakılmış, belediye ve sosyal çalışmalarda yüksek sertifikalar veya cep harçlığı hariç kontenjan bulması imkânsız olan vatandaş kadınların ülkede yapılan iş değiştirme, eş değiştirme, gelir dağılımında düşüş ve seks işçiliğinde, AIDS riskinde ise bu nedenle 90'lı yılların başından bu yana hızlı bir artış gözlemlenmektedir.



Türkiye'de kadın haklarının gelişimine genel bakış:
     Osmanlı İmparatorluğu'nun ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk kadın hakları savunucusu Halide Edib Adıvar olmuştur. Özellikle yayınladığı makaleleriyle ve İstanbul'da işgale karşı yaptığı konuşmalariyla sadece kadın haklarını savunmakla yetinmedi ve Kuvâ-yi Milliye'yi destekledi.
Fotoğrafın orijinal metni (Almancadan): "Türk kadınları bir protesto yürüyüşünde, ama kadın hakları için değil, vatanın istiklâli ve hürriyeti için yürüyorlar. Bir siyasî yürüyüş olup işgal güçlerine (İngiliz ve Fransız) karşı." İstanbul 1922 (Fotoğraf Alman Federal Arşivleri'nde bulunuyor)

     İlk dönemde daha çok kadınların eğitim hakkı ile ilgili olarak yapılan düzenlemeler, Avrupa'da yaklaşık aynı yıllarda gerçekleştirilen reformları çok kısa bir zaman aralığıyla izler. Örneğin (meslek ve el işi okulları dışında) kızlar için ilk devlet liseleri Prusya'da 1872'de, Fransa'da 1880'de açılmışken Osmanlı Devletinin ilk kız idadisi (lisesi) de 1880'de açılmıştır. Viyana Üniversitesi ilk kız öğrencisini 1897'de, Sorbonne 1899'da, Alman üniversiteleri 1895 ile 1905 arasında kabul etmiş iken, İstanbul Darülfünun'unda karma öğretim 1914-1921 yılları arasında gerçekleşmiştir.

    Kadınların özel hukuktaki konumuna ilişkin reformlar Türkiye'de II. Meşrutiyet döneminde gündeme gelmiş, çok eşlilik ilk kez 1917'de çıkarılan bir yasayla Avrupa normları doğrultusunda düzenlenmiştir. Özel hukukta kadın-erkek eşitliği (bazı istisnalarla) 1926 tarihli Medeni Kanun'la gerçekleşmiştir.

     Kadınların siyasi ve mesleki yaşamda hak iddia etmelerinin örneklerine 1908-1914 yıllarından itibaren rastlanırsa da, bu alanda önemli gelişmeler ancak Cumhuriyet döneminde gerçekleşme fırsatını bulmuştur.

     Kadınlara oy hakkı veren ilk ülke olan Finlandiya'dan (1906) sonra, 1917'de Rusya, 1918'de İngiltere, Kanada (Quebéc hariç), Azerbaycan, 1919'da Almanya ve Avusturya, 1920'de ABD ve Macaristan, kadınlara oy hakkı tanımıştır. Türkiye'de ise kadınlar, gerçek siyasi seçimlerin henüz yapılmadığı bir dönemde, 1930 ve 1934'te bu hakka kavuşmuştur.

Kadının kendi soyadını kullanabilmesi
     Türkiye'de kadınlar eşlerinin soyadını kullanmak zorundadır. Kendi soyadlarını da isterlerse "kocalarınınki ile birlikte" kullanabilirler. Pek çok gelişmiş devlette kadınlar diledikleri soyadını kullanabilirler. 2011 yılında aile mahkemelerinde bazı kadınların sadece kendi soyadlarını kullanabilmek için açtıkları dava sonucunda yapılan incelemede Anayasa Mahkemesi, Türk Medeni Kanunu'nun "Evlenen kadının kocasının soyadını alması ya da kocasının soyadının önünde önceki soyadını kullanması"na ilişkin hükmünü anayasaya aykırı bulmadı. Ve Anayasa Mahkemesi'nin son kararına göre, artık kadınlar evlendikten sonra eşlerinin soyadını kullanmak zorunda kalmayacak.(nisan 2023)


Türkiye'de kadın hakları kronolojisi
Cumhuriyet öncesi

1843: Türk kadınları ilk kez, Tıbbiye Mektebi bünyesinde aldıkları ebelik eğitimi ile sosyal yaşamda yerlerini almaya başladı.
1847: Kız ve erkek çocuklara eşit miras hakkı tanıyan İrade-i Seniye yayımlandı.
1856: Osmanlı topraklarında kadınların köle ve cariye olarak alınıp satılmaları yasaklandı.
1858: yılında yayımlanan 'Arazi Kanunnamesi'nde mirasın kız ve erkekler arasında eşit olarak paylaştırılacağı hükmü yer alırken, kadınlar miras yoluyla mülkiyet hakkını kazandı. Aynı yıl Kız Rüştiyeleri açıldı.
1869: Kadınlar ilk dergilerine 1869 yılında kavuştu. Kadınlar için ilk sürekli yayın olarak nitelenen haftalık 'Terakk-i Muhadderat' dergisi yayımlanmaya başlandı.
1869: Kızların eğitimine ilk kez yasal zorunluluk getiren 'Maarif-i Umumiye Nizamnamesi' ise 1869 yılında yayımlandı. Bundan bir yıl sonra da kız öğretmen okulu 'Dar-ül Muallimat' açıldı.
1871: Evlilik sözleşmesinin resmi memur önünde yapılması, evlenme yaşının erkeklerde 18, kadınlarda 17 olması ve zorla evlendirmelerin geçersiz sayılmasını düzenleyen Hukuk-ı Aile Kararnamesi 1871'de çıkarıldı.
1876: 1876'da ise ilk anayasa olan Kanun-i Esasi ile kız ve erkekler için ilköğretim zorunlu hale getirildi.
1897: Giderek sosyal yaşamda daha çok yer almaya başlayan kadınlar, iş hayatına ilk olarak 1897 yılında 'ücretli işçi' olarak atıldı. Kadınların devlet memuru olmak içinse bu tarihten itibaren 16 yıl beklemeleri gerekti.
1913: Kadınlar ilk kez 1913 yılında devlet memuru olarak çalışmaya başladı. Bunun ardından bir yıl sonra kadınlar, tüccar ve esnaf olarak da iş hayatına girişti.
1914: Kızlar için ilk yüksek öğretim kurumu, 1914 yılında 'İnas Darülfünunu' adı altında açıldı.
1922: Kadınlar bilim dünyasıyla ilk kez 1922 yılında tanıştı. Bu tarihte yedi kız öğrenci, Tıp Fakültesi'ne kayıt yaptırarak eğitime başladı.


Cumhuriyet Dönemi, 1923-1950

1924: Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğrenim Birliği) çıkarıldı Böylece eğitim laikleştirilerek tüm eğitim kurumları Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlandı Kız ve erkekler eşit haklarla eğitim görmeye başladı.

1926: Türk Medeni Kanunu'nu ile erkeğin çok eşliliği ve tek taraflı boşanmasına ilişkin düzenlemeler kaldırıldı, kadınlara boşanma hakkı, velayet hakkı ve malları üzerinde tasarruf hakkı tanındı.
1930: Kadınlara belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanındı.
1930: Doğum izni düzenlendi.
1933: Kız çocuklarına mesleki eğitim vermek amacıyla Kız Teknik Öğretim Müdürlüğü kuruldu.
1933: Köy Kanunu'nda değişiklik yapılarak kadınlara köylerde muhtar olma ve ihtiyar meclisine seçilme hakları verildi.
1934: Anayasa değişikliği ile kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı.
1936: İş Kanunu yürürlüğe girdi. Kadınların çalışma hayatına düzenleme getirildi.
1937: Kadınların yeraltında ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılmasını yasaklayan 1935 tarihli 45 sayılı ILO sözleşmesi kabul edildi.
1945: Analık sigortası (doğum yardımı) 4772 sayılı yasa ile düzenlendi.
1949: Yaşlılık sigortasının kadın ve erkekler için eşit esaslara göre düzenlenmesi 5417 sayılı yasa ile sağlandı.

Cumhuriyet Dönemi, 1950'den sonra

1952: Sağlık Bakanlığı bünyesinde ana çocuk sağlığı hizmetleri verilmeye başladı.
1965: Gebeliği önleyici araçların satış ve dağıtımının serbest bırakılmasını ve tıbbi zorunluluk halinde kürtaj hakkı tanınmasını düzenleyen Nüfus Planlaması Hakkında Kanun çıkarıldı.
22 Aralık 1966: Eşit değerde iş için kadın ve erkek işçiler arasında ücret eşitliğini sağlayan 1951 tarihli 100 sayılı ILO sözleşmesi onaylandı.
27 Mayıs 1983: 10 haftaya kadar olan gebeliklerin kürtajla sona erdirilmesi ve gönüllü cerrahi sterilizasyon yöntemlerine izin verilmesi Nüfus Planlaması Hakkında Kanun'da yapılan değişiklikle sağlandı. Kürtaj için evli kadınlara kocadan izin alma koşulu getirildi.
1985: Türkiye, Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesini (CEDAW) imzaladı ve sözleşme ertesi yıl yürürlüğe girdi.
1985: 5. Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda kadınlar konusu ilk kez ayrı bir başlık olarak yer aldı ve bu konuda politikalar belirlendi.
1987: Kadınlar konusuna odaklanmış ilk resmi kurum olan Devlet Planlama Teşkilatı Kadına Yönelik Politikalar Danışma Kurulu kuruldu.
1989: İstanbul Üniversitesi'nde ilk Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi kuruldu. Bugün üniversiteler bünyesinde kurulan bu merkezlerin sayısı yurt çapında 13'e ulaştı.
24 Ocak 1989: İçişleri Bakanlığı kaymakamlık sınavlarına kadınların da alınacağını açıkladı.
29 Kasım 1990: Kadının çalışmasını kocanın iznine bağlayan Medeni Kanun'un 159. maddesi Anayasa Mahkemesi'nce iptal edildi. İptal kararı 2 Temmuz 1992 tarih ve 21272 sayılı Resmi Gazete'de yayımlandı.
1990: Mağdurun seks işçisi olması halinde tecavüz cezasının indirilmesini öngören Türk Ceza Kanunu 438. maddesi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından yürürlükten kaldırıldı.
14 Nisan 1990: Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı, ilk kadın kütüphanesi ve bilgi merkezini açtı.
1990: Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü bünyesinde, şiddete uğrayan kadınlara ve çocuklara destek hizmeti vermek üzere ilk Kadın Konukevleri açılmaya başlandı. 2000 yılı itibarıyla bu sayı yediye yükselirken kapasiteleri 170'e ulaştı.
1990: 422 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Kadının Statüsü ve Sorunları Başkanlığı kuruldu. 25 Ekim 1990 tarihinde kadın sorunları konusunda ulusal çapta bir mekanizma olarak Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü (KSSGM) 3670 sayılı kanunla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na bağlı olarak kuruldu ve 24 Haziran 1991 tarihinde de Başbakanlığa bağlandı.
Eylül 1990: Yerel yönetimler kadın konusunda özellikle şiddete uğrayan kadınlara yönelik hizmet vermeye başladı. Türkiye'deki ilk kadın sığınma evi Bakırköy Belediyesi tarafından açıldı.
20 Şubat 1992: Birleşmiş Milletler Uluslararası Kadının İlerlemesi İçin Araştırma ve Eğitim Merkezinin (INSTRAW) toplantısında, Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü Türkiye'de kadın konusunda irtibat noktası olarak kabul edildi ve BM ile işbirliği içinde program ve projeler uygulanmaya başlandı.
1992: Cinsiyete dayalı veri tabanı oluşturulması amacıyla Devlet İstatistik Enstitüsü'nde Toplumsal Yapı ve Kadın İstatistikleri Şubesi kuruldu.
1993: İstanbul Üniversitesi'nde ilk Kadın Araştırmaları Ana Bilim Dalı açıldı ve yüksek lisans programı vermeye başladı. Bugün Kadın Çalışmaları Ana Bilim Dalı açarak Yüksek Lisans Programı veren üniversite sayısı dörde ulaştı.
1993: Kadın Dayanışma Vakfı, Altındağ Belediyesinin desteğiyle kadın danışma merkezi ve kadın sığınma evini açtı.
1993: Halk Bankası'nca kadınları girişimciliğe özendirmek amacıyla kadınlara özel, düşük faizli kredi uygulaması başlatıldı.
1994: Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü bünyesinde, şiddete uğrayan kadınlara hukuki ve psikolojik danışmanlık, girişimcilik ve el emeğinin değerlendirilmesi konularında hizmet vermek amacıyla Bilgi Başvuru Bankası (3B) kuruldu.
5 Nisan 1994: Dünya Bankası ile kadın konulu projeler yürütülmeye başlandı. Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nde bir Dokümantasyon Merkezi kuruldu.
1994: Türkiye Kahire'de yapılan Birleşmiş Milletler Nüfus ve Kalkınma Konferansına katıldı. Konferans'da kadının statüsü ve sağlık ilişkisini vurgulayan "üreme sağlığı" kavramı üzerinde özellikle duruldu ve kadın sağlığında "bütüncül" bir yaklaşım benimsendi. Bu yaklaşım doğrultusunda Sağlık Bakanlığı koordinatörlüğünde ilgili kesimlerden sağlanan katılımla "Kadın Sağlığı ve Aile Planlaması Ulusal Eylem Planı" hazırlandı. 1998 yılında kamuoyuna sunulan Eylem Planı 6 ana çalışma grubu tarafından oluşturuldu. Kadının Statüsü grubunun koordinasyonunu Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü üstlendi.
1995: Kurulduğundan bu yana, açtığı kadın danışma merkezi ile şiddete uğrayan kadınlara danışmanlık hizmeti veren Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, ilk kadın sığınağını açtı.
Kasım 1995: Güneydoğu Anadolu Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı tarafından bölgedeki kadınların durumunun iyileştirilmesi ve kalkınma sürecine entegre edilmesi amacıyla planlanan Çok Amaçlı Toplum Merkezlerinin (ÇATOM) ilki Urfa'da açıldı. 2000 yılı itibarıyla bölgedeki sayısı 21'e ulaştı.
29 Haziran 1996: Anayasa Mahkemesi Türk Ceza Kanunu'nun erkeğin zinasını suç olarak düzenleyen 441. maddesini anayasanın eşitlik ilkesine aykırılığı gerekçesiyle iptal etti. 27 Aralık 1996 tarih ve 228600 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan kararda verilen bir yıllık süre içinde yasal düzenleme yapılmaması nedeniyle erkeğin zinası 27.12.1997 tarihinden itibaren suç olmaktan çıktı.
1996: Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bünyesinde "Kırsal Kalkınmada Kadın Daire Başkanlığı" kuruldu.
1997: Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü koordinasyonunda 13 il valiliği bünyesinde "Kadının Statüsü Birimleri" kuruldu.
22 Mayıs 1997: Kadının evlendikten sonra kocasının soyadını almakla birlikte, kendi soyadını da kullanabilmesi Medeni Kanun'un 153. maddesinde yapılan değişiklikle sağlandı.
19 Kasım 1997: Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nün önerisi üzerine İçişleri Bakanlığı'nca nüfus cüzdanlarında medeni hâl kısmında "evli/ bekar/ dul/ boşanmış" gibi ifadelerin yerine sadece "evli" veya "bekar" ifadelerinin kullanılmasını düzenleyen genelge yayımlandı.
13 Kasım 1997: Türkiye Cumhuriyeti, amacı uzman bakanların çalışma alanları ile ilgili konularda Avrupa Konseyi faaliyetlerine etkin bir şekilde katılmalarını teşvik etmek olan Kadın-Erkek Eşitliğinden Sorumlu Avrupa Bakanlar Konferansı'nın dördüncüsüne ev sahipliği yaptı.
23 Haziran 1998: Anayasa Mahkemesi kadının zinasını suç olarak düzenleyen Türk Ceza Kanunu'nun 440. maddesini anayasanın eşitlik ilkesine aykırılığı gerekçesiyle iptal etti. Gerekçeli karar 13 Mart 1999 tarih ve 23638 sayılı Resmi Gazete'de yayımlandı.
17 Şubat 1998: Yeni Türk Medeni Kanunu Tasarısı Adalet Bakanlığı ve Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nün ortaklaşa yaptığı bir toplantı ile kamuoyunun bilgisine sunuldu.
21 Ekim 1998: Adalet Bakanlığı, Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü ve kadın kuruluşlarının oluşturduğu gündem sonucunda bekaret kontrolünün, ancak takibi şikayete bağlı suçlarda, mağdurun rızası alınarak, ırza geçme gibi re'sen takip edilen suçlarda ancak hakim kararı ile gecikmesinde sakınca bulunan hallerde ise Cumhuriyet savcısının yazılı izni ile yapılabileceğini düzenleyen bir genelge yayınladı.
1998: İçişleri Bakanlığı'nca nüfus cüzdanlarında yapılan düzenlemeye paralel olarak Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü'nce verilen dul ve yetim tanıtım kartlarındaki "Emekliye Yakınlığı" bölümünde yer alan "dul kadın vb." ifadelerin yerine sadece "eşi, kızı, oğlu, annesi, babası" gibi ifadelerin kullanılması sağlandı.
17 Ocak 1998: Aile içi şiddete uğrayan kişilerin korunması için gerekli tedbirlerin alınmasını düzenleyen 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun yürürlüğe girdi.
1998: Gelir Vergisi Kanunu'nda yapılan bir değişiklikle aile reisinin beyanname vermesi esası kaldırılarak kadınların kocalarından ayrı olarak beyanname vermesi sağlandı.
1998: Kadınlara yönelik danışma merkezleri çalışmaları başta Ankara ve İstanbul olmak üzere Barolar tarafından da başlatıldı. Barolar bünyesindeki Kadın Hakları/Hukuku Komisyonları arasında koordinasyonu sağlamak amacıyla "Türkiye Barolar Birliği Kadın Hakları Komisyonları Ağı (TÜBAKKOM)" kuruldu. Giderek artan komisyonların sayısı 2001 yılı itibarıyla kırk civarına vardı.
Eylül 1999: Türkiye, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığı Önleme Sözleşmesi'ni onaylarken koyduğu aile hukukunu ilgilendiren 15 ve 16. maddelerine ilişkin çekinceleri kaldırdı.
1999: Kadın erkek eşitliği açısından önemli değişiklikler içeren Medeni Kanun Tasarısı hazırlanarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne sunuldu.
8 Eylül 2000: Ek İhtiyari Protokol Türkiye tarafından imzalandı. Onay aşaması için Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine alındı. Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinin daha etkin bir şekilde uygulanmasını sağlamak amacıyla Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan Ek İhtiyari Protokol ile Sözleşmenin taraf devletler tarafından ihlali durumunda kişilere ve kişilerden oluşan gruplara başvuru hakkı tanınmakta ayrıca uygulamaları denetlemek üzere Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi (CEDAW) Komitesine yapılacak şikayetleri kabul etme ve inceleme yetkisi tanınmaktadır.
24 Kasım 2000: Türkiye'de giderek artmakta olan töre cinayetlerine karşı kamuoyu oluşturmak üzere "25 Kasım Kadınlara Karşı Şiddete Hayır Günü" nedeniyle Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü ve Şanlıurfa Valiliği işbirliği ile "Kadına Yönelik Şiddet" konulu bir panel düzenlendi. Panel resmi düzeyde töre cinayetlerine karşı duruşun zeminini oluşturdu.
17 Şubat 2001: Türk Medeni Kanunu'nun yıldönümü nedeniyle TBMM Adalet Komisyonunda görüşülmekte olan Medeni Kanun Tasarısının eşitlikçi özünün korunarak yasalaşması için Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü ve kadın kuruluşları tarafından kamuoyu oluşturma faaliyetlerinde bulunuldu. Kadın dernekleri ve diğer sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla "Medeni Yasa Tasarısı İçin Hep Birlikte" yürüyüşü gerçekleştirildi.
21 Haziran 2001: TBMM Adalet Komisyonunca kabul edilen Türk Medeni Kanunu Tasarısı Genel Kurula sevk edildi.
22 Kasım 2001: Yeni Türk Medeni Kanununun TBMM tarafından kabul edildi.
1 Ocak 2002: Yeni Türk Medeni Kanununun yürürlüğe girdi.
30 Temmuz 2002: CEDAW Ek İhtiyari Protokolünün onaylanması
7 Ocak 2008: Avrupa Konseyi bünyesinde oluşturulan Kadınlara Yönelik Şiddetle Mücadele Gücü tarafından yürütülecek "Aile İçi Şiddet Dahil, Kadınlara Yönelik Şiddetle Mücadele Kampanyası" çerçevesinde Avrupa Konseyi'nce nakdi hibe verilmesine ilişkin anlaşmanın yürülüğe girmesine dair karar 26749 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girdi.

   Biz burada her ne kadar kadın haklarını savunsak da, eğitimin önemi her yerde karşımıza çıkıyor. Eğitim dediğim ise sadece matematik fizik bilmek değil yanlış anlamayın, benim bahsettiğim eğitim insanın kendini yetiştirmesi, bilinçli olması, haklarını bilip savunabilemesi, tüm bu cahilliğe karşı ışığı bulması ve o yolda ilerlemesidir. 

   Ve şunu da belirtmek istiyorum, eğer aile bireyleriniz tarafından, eşiniz, sevgiliniz ya da bir erkek tarafından şiddet görüyorsanız, geç olmadan bunun haberini verin ve gereken yapılsın. birkaç ay sonra sizin haberinizi televizyonda görmemek için Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu size yardım edecektir. 

Kendinize iyi bakın, hoşçakalın.💜

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

3 farklı beslenme çeşidi! Raw, Paleolitik, Friganizm YOK ARTIK DİYECEKSİNİZ!

1.Raw beslenme     Raw yani "çiğ" beslenme, vegan beslenmenin bütün kurallarına artı olarak, bitkilerin 40 derecenin üstünde pişirilmemesi ilkesine dayanıyor. Raw food, doğanın bizlere sunduğu besinleri, sebze ve meyveleri, en saf haliyle tüketmeye dayalı bir beslenme biçimi. Besinler hiç işlem ve ısı görmeden, ham halleriyle tüketiliyor. Böylelikle içindeki her şey canlı olarak vücudumuza giriyor. Çiğ kuru yemişler, tohumlar, filizlendirilmiş baklagiller, kurutulmuş meyveler ve tüm taze meyve ve sebzeler yenilebiliyor. Sebzeler çiğ tüketildiğinde, içlerinde bulunan vitamin ve enzimler yok olmaz; vücudun pH seviyesi alkali (bazik) hâle gelir.     Çiğ beslenmenin temellerini incelemek için geçmişe bir göz atmak gerekiyor. Bu yüzden milattan öncesine ışınlanıyoruz. İlk insanların doğada buldukları her şeyi pişirmeden tükettiklerine rastlıyoruz. Ateş bulunduktan sonra beslenme düzenleri de değişmeye başlıyor haliyle. Raw food ise yüzyıllar öncesinin geleneğini yaşatıyor, atala

Konfor alanı ve başarı hakkında;

        Bu yazıda iki konudan bahsedeceğim; birincisi konfor alanı hakkında, ikincisi de asıl başarının 4'de uyanmak olmadığı hakkında olacak.       İnternette, arkadaşlarımızla sohbetlerimizde, okuduğumuz bir kişisel gelişim kitabında hep duyduğumuz şu konfor alanı hakkında konuşmak istememim nedeni artık yanlış anlaşılıyor oluşu. Evet artık konfor alanı işini yanlış anlıyoruz. Konfor alanından çıkmak demek aslında yapmaktan rahatsızlık duyduğun, sevmediğin ama yapmak zorunda olduğun şeyleri yapmak demektir. Sadece sevdiğimiz şeyleri yaparak bir ömür geçiremeyiz, bu mümkün değil. En basitinden spor yapmayı herkes sevmez, hoşlanmaz ama bir derecede hepimiz yapmak zorundayızdır. kas ağrılarına, incinmelere rağmen yapmak zorundayızdır. bu konfor alanımızdan çıkmak demektir çünkü sevmesek de yapmak zorundayız.       İnternette şu sıralarda konfor alanının sadece telefona daha az bakmak ya da yataktan kalkıp birkaç saat ders çalışmak olarak anlaşıldığını görüyorum, evet bir ölçüde doğr

Rafine Şekersiz Beslenme - Tatlısız Bir Hayat Olur Mu?

Şekersiz beslenme  Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) 2019 yılı verilerine göre Türkiye’de yıllık şeker tüketimi 30,6 kg. Türkiye bu miktar ile 180 ülke arasında 64. sırada yer alıyor.  En fazla şeker tüketiminin olduğu ülke ise 54 kg ile Barbados. Küba 52 kg ile ikinci sırada. Belçika, Yeni Zelanda ve Kosta Rika 48 kg şeker tüketimi ile sırasıyla altıncı, yedinci ve sekizinci sırada bulunuyor. Kuzey Kore 4 kg ile 176. durumda. Çin ise 7 kg ile 167. sırada bulunuyor. Nedir bu rafine şeker denilen şey? Rafine şeker, şeker pancarının üretim sürecinde elde edilen katkı maddelerinden üretilen beyaz şekerdir. Bu şeker, beyaz tahıl ürünleri, şekerlemeler, meyve suları ve çeşitli gıdalarda bulunmaktadır. Rafine şeker, özellikle insülin direnci ve obezite riskini arttıran bir besin olarak bilinmektedir. Şekerin ne gibi zararları olabilir ki? Bilimsel çalışmalar, şekerin vücuda olan zararlarının çok çeşitli sağlık sorunlarına neden olabileceğini göstermektedir. Örneğin, fazla şeker